Kur’an-ı Kerim, hakkıyla yapamayacağımız şeyleri söylemekten bizi sakındırdığı için, mümkün mertebe her konuda ahkâm kesmemeye, boyumuzdan büyük laflar etmemeye çalışırız. Zira şu ayet bu konuda hayli açıklayıcıdır: (Âl-i İmran 143)
Bununla beraber; kıtal, harp, cihad, darb, gazve, nefer, sefer, i’tida, i’dâd-ül kuvve, adavet, ibtiğa-ül kavm, ribat, difa’, cünud, şiddet, izzet, kahr, şehadet, sabır, fetih, ğalebe gibi doğrudan ve dolaylı olarak savaşın farklı yönlerini anlatan o kadar çok mefhum var ki, alacağımız dersler ve ibretler için bunları sadece okuyup geçmekle yetinemeyiz. Cihad hakkında söylenmedik, yazılmadık bir şey kalmamış, tarihte ve günümüzdeki bunca yaşanmışlık da cabası deyip kendimizi mevzunun dışında da göremeyiz.
(Bakara Suresi 216) Bu ayetteki emrin üslubu ile namaz, oruç ve kısasın emir üslubu aynıdır: . Yani denmiş oluyor.
Askerlik yapanlar bilir, orada şu cümle çok kullanılır: “Sana 3-5 nöbeti yazıldı, nizamiye nöbeti yazıldı, garaj nöbeti yazıldı vs.” Askerin bundan anladığı şudur: “İtaat etmekten başka hiçbir seçeneğim bulunmuyor.”
Peki tıpkı son birkaç asırda olduğu gibi Siyer'de, Medine döneminin marazlı tipleri de ne yaptılar? Açık hükmü kafalarına göre yorumladılar ve ne dediler:
(Tevbe 81)
Başta dediğimiz gibi niyetimiz “haydin cihada” diye zamansız, yetkisiz, yersiz nutuk atmak değil. Yalnız, yukarıda münafıkların söylediği sözün arka planı da her çağda, her Müslümanı sarsıcı niteliktedir:
(Tevbe, 46)
Şehid Seyyid Kutub rh, hâlihazırdaki şu vaziyete şahittir elbette. Dünya'ya geri gönderilseydi herhalde, “Yahudiyle Savaşımız” eserini günceller, “Ma’raketunâ mea’l Yehûd” olan ismini “Uddetunâ dıdde’l Yehûd” yapardı: “Yahudiye karşı hazırlığımız”.
Zalimlerin iki yıldır işlediği soykırım çok büyük boyutta, lakin bunlar aynı cürmü seksen senedir hiç ara vermeden işliyorlardı zaten.
Peki seksen senedir bu terör çetesine karşı kim, nasıl hazırlandı?
Dense ki, bir iki defa savaşa benzer bir şeyler çıktı, kaybedenler pes etmekle kalmadılar, terör çetesinin gönüllü ucuz askerleri oldular. Onlar yığın yığın da olsalar irabda mahalleri yok.
Önemli olan, yeryüzündeki her Müslüman'ın, namaz için gerekli olan hazırlığın benzerini, dünyayı ele geçiren bu siyonist emperyalistlere karşı mücadele için de düşünmesidir. Ve düşmana karşı bu kıyamla namazın, orucun, zekâtın, haccın, güzel ahlakın irtibatını idrak etmesidir.
Namaz, her defasında bu azılı düşmana karşı ahdini yenilemedir, boykot bir çeşit oruçtur, zekât ve infak bu katillere karşı maddi teçhizatı anlatır, hac büyük buluşmanın hedefini ortaya koyar, samimi ve güçlü toplum ilişkileri ise bu işin zeminidir.
(Tevbe 36)
Bu küresel çete hangi alanı boş bırakıyor ki, Müslüman fert ve camialar orayı ıskalasın?
Yine ayaklarımızı yerden kesmiş gibi alıntılıyoruz ama hidayet kılavuzumuz Kur’an yine ne diyor:
(Tevbe 41).
Bu ayeti duyan yaşlı sahabilerden kimileri özrünü filan bırakıp cepheye gitmiş, gözü görmeyen âmâ sahabi, “ben de illâ bir işe yararım” deyip orduya katılmıştır.
Velhasıl, bu mesele ne Gazze’nin, Filistin’in ne de Arapların, İran’ın, Yemen’in meselesi. Bu, hepimizin sorumluluğu.
Yükümüz, imkânımız, yaşımız, seviyemiz, mevkîmiz, bilgimiz ve etki alanımız ne olursa olsun, yapacağımız şey yürümek de olabilir, bağırmak da, yazmak da, sanatla çizmek oynamak da. Ne varsa ağır ya da hafif, hepsiyle mükellefiz.
Tamam, tabii ki “biz yürüyelim şunlar da şunu yapsın” denecek ama sürekli şunun bunun niyetini, sözünü, eylemini sorgulamak da bu kudsî yolun yolcularına çok yakışmıyor.
Hisleri kontrol etmek de bu cihada hazırlığın ve bu mücadeleyi omuzlamanın bir parçasıdır.
Ve bu uru kesip atma vazifesi o kadar hassas bir mevzu ki, her bakımdan çok dikkat istiyor.
Mevlâ ayaklarımızı sabit kılsın, istikametten ayırmasın.