Yıllar önceydi… Dini eserlerin yanında dünya klasikleriyle, bilime katkı sunmuş, fikirleri dünya genelinde kabul görmüş, belli bir döneme damga vurmuş önemli şahsiyetlerin de kitaplarını okumaya karar vermiştim.
Okumaya başlamadan önce yazarın yaşadığı dönemi farklı kaynaklardan araştırır, böylece yazdıklarını daha iyi anlamaya çalışırdım.
Zamanla, okumam gereken yazar listesi hayli kabardı. Çünkü her okuduğum kitap ve yazar, beni başka bir yazar ve başka bir kitaba yönlendiriyordu.
Bir gün elime, ünlü Rus anarşist Mihail Bakunin’in ‘’Tanrı ve Devlet’’ adlı kitabı geçti. Kitabı okuduğumda, doğrusu oldukça rahatsız olmuş ve kendi içimde onu “din düşmanı” ilan etmiştim.
Ancak bugün israilin Gazze’de gerçekleştirdiği sivil katliamları ve yıkımı görünce, Bakunin’i yeniden düşünmeye başladım.
Diyelim ki bundan yüz yıl sonrasındayız; yıl 2125. israilin o zamana dek ayakta kalmamış olmasını ummakla birlikte, varlığını sürdürüyor olduğunu varsayalım.
Geçen yüzyıl, bugün işlenen savaş suçlarını, zulmü ve yıkımı unutturmak için yeterli bir zaman…
Farz edelim ki elinize, 2025 yılında yazılmış ve konusu “Siyonizm” veya “Siyonist barbarlık” olan bir kitap geçti. Bu kitapta, bazı Siyonist grupların “büyüyünce bize zarar verebilirler” korkusuyla bebekleri öldürdüğü yazıyor. İnanır mıydınız?
Muhtemelen, kitabın yazarını “antisemit” veya dönemin popüler bir kavramıyla damgalardınız.
Bakunin’in yaşadığı dönemde de din adına barbarlık yapan kişi ve grupların olması kuvvetle muhtemeldir. Rudolf Otto’nun “Din, kutsalın tecrübesidir” sözünde olduğu gibi, her yazar yazdıklarını yaşadığı toplumun içinden; kendini dine veya bir ideolojiye nispet eden kişi ve grupların, inandıkları değerleri eylem ve söylemlerine nasıl yansıttığına bakarak kaleme alır.
Ancak bu gerçek, Bakunin’in dine dair yaptığı genellemeleri haklı kılmaz.
Bugünün olayları ışığında bakıldığında, “Tanrı ve Devlet” kitabının bazı fikirlerinin “israil özelinde” tartışmaya açık tarafları olduğu görülüyor.
Peki, ne diyordu Bakunin?
“Devletin Tanrısı varsa, cinayetler günah değildir.”
Bu sözün ne anlama geldiğini daha iyi kavrayabilmek için, israilin nasıl bir tanrı inancına sahip olduğuna bakalım:
israilli inançlı kesim, evreni yaratan bir Tanrı'nın var olduğuna, fakat bu Tanrı’nın kendilerine özel ilgi gösterdiğine, onları diğer halklardan üstün tuttuğuna ve belirli bir toprak parçasını kendilerine vaat ettiğine inanıyor.
George Orwell’in “Hayvan Çiftliği” kitabında geçen, bizim burada biraz değiştireceğimiz şu cümle meseleyi özetler niteliktedir:
“Bütün insanlar eşittir; ama hayvan karakterliler daha eşittir.”
israil gibi bir devletin, işlediği tüm vahşetleri meşrulaştıracak bir tanrı inancına, bu eylemleri kutsal görecek bir ideolojiye ve bunu sorgulamadan alkışlayacak bir toplumsal yapıya ihtiyacı vardı.
Aksi takdirde, bebeklerin “büyüyünce bize zarar verecekler” bahanesiyle öldürülmesini kim mantıklı bulabilir?
Bakunin, bu durumu şöyle açıklıyor:
“Mevcut tüm iktidarlar, kendilerine teslim edilen toplumu gittikçe aptallaştırarak, sonuçta kendi hükümetlerini ve yönetimlerini daha da gerekli hale getirip kalıcılıklarını sağlamaya çalışacaktır.”
israil Başbakanı Netanyahu ve kabinesinin yolsuzlukları, usulsüzlükleri, çıkar ilişkileri, savaş söylemleriyle örtbas edilmeye çalışılıyor. Koltuklarını korumak için yalnızca kendi halklarını değil, tüm dünyayı manipüle etmeleri gerekiyor.
Zira israil, okullarda eğitim gören çocukları, hastanelerdeki bebekleri hedef alırken; açlığı bir silah olarak kullanıp bütün bir halkı kıtlığa mahkûm ederken, dünyada az denecek kişi Filistinlilerin yaşam hakkını konuştu.
Buna karşın, “israilin kendini savunma hakkı” manşetlerden inmedi.
Elinde nükleer silah bulunan, Tanrı adına devlet terörü uygulayan bu yapı sadece Ortadoğu için değil, tüm dünya için bir tehdittir.
Var olduğu sürece dünyada barış değil, çatışma egemen olacaktır.