SİYONİST REJİM VE KIBRIS -1

Abone Ol

Kuzey Kıbrıs’taki seçim çok önemlidir. Bu yazı hazırlandığında sonuçlar henüz belli değildi. Yalnız belli olan bir şey var ise Siyonist rejim açısından Filistin ne kadar önemliyse, Kıbrıs da o kadar önemlidir. Güney Kıbrıs ile zaten belli bir seviyeye kadar işbirliği sağlanmış durumdadır. Özellikle İran ve Siyonist rejim arasındaki 12 gün savaşında Netanyahu’nun makam uçağı dâhil Siyonist İşgal rejimi sivil uçakları koruma amaçlı Güney Kıbrıs’taki havaalanlarına konuşlanması ve Yahudilerin can havliyle kendilerini ilk liman olarak Güney Kıbrıs’a atmaları Kıbrıs’ın Siyonist işgalciler açısından ne ifade ettiği hakkında yeterince bir fikir vermektedir. Siyonist işgal rejimi ayrıca Güney Kıbrıs’a Barak MX hava savunma sistemini de inşa etmiş durumdadır. İşgal rejimi açısından Kıbrıs da Arz-ı Mev’ud sahası içindedir. Bunun detayları daha sonra verilecektir.

Diğer önemli bir husus ise Türkiye ve işgalci rejim arasında dolaylı ya da vekâleten kapışmanın yaşandığı cephelerden bir tanesi de Kıbrıs’tır.

Hâlihazırda Güney Kıbrıs işgalci Siyonistlerle açık bir cephe birliği sağlamış durumdadır. Amerika ve İngiltere’nin de burada üsleri mevcuttur. Yunanistan, İngiltere’yle beraber burada garantör ülke durumundadır. Avrupa Birliği de Kuzey Kıbrıs’ı tanımlamakla beraber Kıbrıs’ı tek devlet olarak üyeliğe almıştır.

Buna mukabil Türkiye, Kuzey Kıbrıs’taki Türkleri en üst seviyede sahiplenmiş ve Kuzey Kıbrıs’ı bir devlet olarak tanımıştır. Bununla beraber bir Kıbrıs sorunu ortaya çıkmış ve hâlihazırda da devam etmektedir. Pazar günkü seçim bir yönüyle aslında bu 2 cephenin Kuzey Kıbrıs’taki durumunun tezahürü olacaktır.

Eski ulusal Birlik Partisi lideri ve mevcut Cumhurbaşkanı Ersin Tatar, Türkiye’den yana açık tavır takınırken, Cumhuriyetçi Türk Partisi Lideri Tufan Erhürman ise daha farklı bir tezle tavır ortaya koymaktadır. Durumun ciddiyetine binaen Türkiye’de kendisine göre bir takım tedbirler almış olmalıdır.

Seçim sonuçları belli olduktan sonra bu konuyu yeniden ve detaylı olarak değerlendirmekte büyük bir fayda vardır. İşin seçim sonuçları dışındaki boyutuna bakmakta en azından seçim sonuçları kadar mühimdir. Bu amaçla aşağıda bazı hususlara değinilecektir

Uzun bir süreden beri Türkiye ile İşgal rejimi arasında direk bir savaşın olup olmayacağı ya da bunun ne zaman olabileceği konusunda bir takım tezler işlenmektedir.

Türkiye ve Siyonist işgal rejimi arasında direkt bir savaşın çıkma olasılığı çok çok düşüktür. Türkiye’nin NATO üyesi olması, yine Türkiye ve işgal rejiminin Amerika’yla ortak ilişkileri, benzer şekilde Azerbaycan unsuru, hatta bazı söylentilere göre Türkiye ile işgal rejimi arasında saldırmazlık anlaşmasının olduğu gibi saikler gerçekten de fiili bir savaşın ihtimalini çok çok düşürüyor.

Fakat vekâlet savaşı ya da dolaylı savaş diyebileceğimiz bir durum hâlihazırda sahada devam ediyor gibi. Yukarıda değinildiği gibi Kıbrıs bu vekâlet savaşı cephelerinden önemli bir tanesidir. Meseleyi biraz daha iyi anlayabilmek için Kıbrıs’ın tarihsel süreçteki durumuna mercek tutmakta fayda vardır.

Kıbrıs, 1571’de Osmanlı İmparatorluğu tarafından Venediklilerden alındı ve 300 yılı aşkın süre Osmanlı idaresinde kaldı. Rumlar Ortodoks kimliklerini korudu, Türkler ise yönetici sınıf olarak yerleşti.

1877–78 Osmanlı-Rus Savaşı’ndan sonra Osmanlı, Rusya karşısında zayıfladı. İngiltere, Osmanlı’ya Rus tehdidine karşı “koruma” vaadiyle Kıbrıs’ı idari olarak kiraladı. Bu, “Kıbrıs Konvansiyonu (1878)yazılı olarak devam ediyor, ama yönetim fiilen İngilizlere geçti.

I. Dünya Savaşı başladığında Osmanlı, Almanya’nın yanında savaşa girince İngiltere, Kıbrıs’ı tek taraflı olarak ilhak etti. 1923 Lozan Antlaşması’yla Türkiye, adadaki bütün haklarından resmen feragat etti ve İngiltere’nin egemenliği tanındı.

1925’te Kıbrıs, Britanya Kraliyet Kolonisi ilan edildi. Artık Kıbrıs tam anlamıyla İngiliz toprağıydı.

1950’lerde Türk-Rum ayrışması başladı. Rumlar, Yunanistan’la birleşme fikrini (Enosis) giderek yükseltti. Bunların büyük çoğunluğu bunu istedi. Yunanistan da bu hedefi diplomatik olarak BM gündemine taşımaya başladı. Türkler ise adanın Enosis’ine karşı çıktı ve “Taksim

1955’te Rumlar silahlı örgüt EOKATürk Mukavemet Teşkilatı (TMT)

1960 Londra–Zürih Antlaşmaları ile Türkiye, Yunanistan ve İngiltere’nin garantörlüğünde Kıbrıs Cumhuriyeti kuruldu. Kurucu ortaklar: Türk ve Rum toplumu.

Cumhurbaşkanı: Rum (Makarios), Cumhurbaşkanı Yardımcısı: Türk (Fazıl Küçük).

Türkiye, Yunanistan ve İngiltere garantör devletler olarak adada dengeyi sağlamakla yükümlüydü.

1963–1974 arasında iki taraf arasında çatışmalar tırmandı. Makarios, 1963’te Türklerin haklarını kısıtlayan anayasa değişiklikleri önerdi. Türkler reddedince etnik çatışmalar başladı. Türkler adanın bazı bölgelerinde “gettolara” sıkıştı, BM Barış Gücü adaya yerleştirildi. Türkiye birkaç kez müdahaleyi düşündü ama NATO baskısı nedeniyle erteledi.

15 Temmuz 1974’te Yunanistan’daki askeri cunta, Enosis’i gerçekleştirmek için Makarios’a darbe yaptı ve Nikolaos Sampson’u başa geçirdi. Bu durum Londra–Zürih Antlaşması’na göre “garantörlük ihlaliydi.

20 Temmuz 1974’te Türkiye, adıyla garantörlük hakkını kullanarak adaya askeri çıkarma yaptı. İlk harekât (20 Temmuz) sonrasında ateşkes sağlandı, ama darbe sona erdirilmediği için 2. Harekât (14 Ağustos) yapıldı. Sonuçta ada fiilen ikiye bölündü: Kuzeyde Türk, güneyde Rum bölgesi.

15 Kasım 1983’te Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC) ilan edildi. Türkiye dışında hiçbir ülke KKTC’yi tanımadı. BM, adanın “tek egemen devletiKIBRIS CUMHURİYETİ’ni kabul etmektedir.

Günümüzde Kıbrıs Meselesindeki çekişmenin derin nedenleri söz konusudur.

Jeopolitik ve askerî denge olarak;

· Kıbrıs, Doğu Akdeniz’de Türkiye, Mısır, Siyonist İşgal rejimi, Lübnan ve Suriye’nin ortasında yer alıyor.

· Ada, Ortadoğu’ya yakın bir NATO üssü gibi stratejik konumda.

· İngiltere hâlâ adada iki büyük askerî üs (Akrotiri ve Dhekelia) bulunduruyor.

Enerji (Doğu Akdeniz Gazı) konusundan kaynaklı hususlar;

· 2010’lardan itibaren Siyonist İşgal rejimi, Mısır ve Güney Kıbrıs açıklarında doğalgaz rezervleri bulundu.

· Rumlar bu sahaları tek taraflı ruhsatlandırarak Siyonist İşgal rejimi ve bazı Avrupa enerji şirketleriyle anlaşmalar yaptı.

· Türkiye bu durumu olarak görüyor çünkü Kuzey Kıbrıs’ın da deniz yetki alanı var.

Siyonist İşgal rejiminin Bu Bölgedeki Stratejisi ve Taktiksel Hedefleri;

· Siyonist İşgal rejimi, enerji ihracat rotasını güvenceye almak amacıyla strateji geliştiriyor.

· Güney Kıbrıs ve Yunanistan ile üzerinden işbirliği kurdu.

· Bu hat, Siyonist İşgal rejimi gazını Kıbrıs–Yunanistan üzerinden Avrupa’ya taşımayı hedefliyor, Türkiye’yi devre dışı bırakıyor.

· Dolayısıyla Siyonist İşgal rejimi, dolaylı biçimde Rum-Yunan blokuyla stratejik ortaklık geliştirirken, Türkiye ile rekabet ilişkisine girdi.

Türkiye–Yunanistan Uyuşmazlıkları açısından;

· Kıbrıs meselesi sadece ada ile sınırlı değil; Ege kıta sahanlığı, hava sahası, deniz yetki alanları ve Türkiye’nin Mavi Vatan doktrini ile doğrudan bağlantılı.

· Türkiye’nin KKTC’yi koruması, hem “Türk nüfusun güvenliği” hem de Doğu Akdeniz’de jeopolitik dengeyi koruma anlamına geliyor.

· Yunanistan ise AB desteğiyle Rum yönetimini meşru hükümet olarak tanıtıp Türkiye’yi “işgalci” konumuna itmek istiyor.

Sonuç olarak, Kıbrıs, artık bir “Sembolik Cephe

· Jeopolitik bir üs mücadelesi,

· Enerji kaynakları savaşı,

· Doğu Akdeniz’de nüfuz yarışının sembolü
haline gelmiştir.

Türkiye açısından:

· Kıbrıs, güvenlik kuşağının ilk halkasıdır.

·

Yunanistan ve Rumlar açısından:

· Kıbrıs, Helen dünyasının tamamlanması ve Doğu Akdeniz’deki enerji kaynaklarının kontrolü anlamına gelir.

Siyonist İşgal rejimi açısından:

· Enerji ihracatı, deniz güvenliği ve bölgesel denge açısından kritik bir ortaklık sahasıdır.

DEVAM EDECEK…