Dünden bugüne Türkiye siyasetinde değişen bir şey yok. Siyaset, ilke bazlı yapılamıyor, kendine özgü bir duruş sergileyemiyor, üstün ahlak ve erdemleri kendine rehber edinmiyor. Bu nedenle siyasi partiler, dün ak dediğine bugün kara, dün kara dediğine bugün ak diyebilmekte; dün düşman olanlar bugün can ciğer kuzu sarması olabilmektedir. Bu, ideolojik çürüme krizidir.
İmralı’ya gitme tartışması, bu çürümenin yalnızca son örneğidir.
Dün heyetlerin gidişine “ihanet” diye bağıranların bugün “gidelim” diye tutturması… Dün “masayı devirenlerin” bugün “masayı yeniden kurmak” için ısrar etmeleri… Dün “Seni başkan yaptırmayacağız” diyenlerin bugün başkanla el sıkışmak için el pençe divan durmaları… Dün Yasin Börü ve arkadaşlarını katledenlerin gün yüzü görmemesi gerektiğini söyleyenlerin bugün tahliye olması gerektiğini düşünmeleri… Dün çözümün siyasi figürünü “hainlikle” yaftalayanların bugün aynı kişiyi “Yeni yüz yılın kurtarıcı lideri” olarak lanse etmeleri… Bu manzara ideolojik değil; konjonktüre göre siyaset yapma ilkesizliğidir.
Türkiye’de Kürt meselesi yıllardır çıkar gruplarının elinde oyuncak oldu. Devlet aklı farklı dönemlerde farklı aktörlerle masaya oturdu, güç dengeleri değiştikçe bütün söylemler başa sarıldı. Çünkü ortada ilkesel bir duruş yoktu; yalnızca konjonktür vardı.
Tam da bu nedenle bugün siyasal sahnede “tutarlılık” diye bir kavram aradığınızda, önünüzde yalnızca birkaç isim kalıyor.
Ve bu listenin en başında HÜDA-PAR yer alıyor.
HÜDA-PAR Kürt sorununun çözümü konusunda yıllardır aynı cümleyi söylüyor:
“Muhatap PKK ya da Abdullah Öcalan değil, Kürt halkının kendisidir. Terör sorununu PKK ile çözün, ama Kürtlerin hakları pazarlık konusu edilemez.”
Bu tespit, basit bir siyasi slogan değil; bu ülkenin kanayan yarasına, doğru tedavi yöntemi öneren ideolojik bir duruştur; soruna insani hak ve özgürlükler temelinde çözüm üretmeyi ifade eden adil bir yaklaşımdır.
2009-2015 sürecinde PKK bir yandan barış güzellemeleri yapıp diğer yandan şehirleri yakarken, gençleri dağa sürerken, çukurlar kazıp halkı rehin alırken, HÜDA-PAR onun Kürt halkının meşru temsilcisi olmadığını açıkça söylüyor, yöntem yanlışlığını açıkça dile getiriyordu. O dönem herkes romantizm peşindeydi, ama süreç çöktüğünde hakikatin sesi yine HÜDA-PAR’ın sözleriyle ortaya çıktı.
HÜDA-PAR, dün ne demişse, bugün de onu söylemektedir. Birilerini memnun etmek, birilerine payanda olmak, birkaç oy artırmak için siyaset yapmıyor. HÜDA-PAR siyasetini, inancından alan bir duruşla yapıyor, olaylara adalet temelli yaklaşıyor. Kürt sorununu da teröre indirgemeyip Allah’ın insanoğluna verdiği haklar çerçevesinde çözümler üretiyor.
Meclis Komisyonundaki İmralı oylamasında da HÜDA-PAR’ın ortaya koyduğu tavır, aslında Türkiye’de siyasal aklın nasıl işlemesi gerektiğinin dersidir:
“Milletvekilleri İmralı’ya gitmesin. Öcalan dinlenecekse, komisyona görüntülü katılsın, komisyon üyeleri de istediklerini sorabilsin.”
Bu tavır kimseye şirin görünme kaygısı taşımaz.
Bu bir pazarlık değildir. Hele de çözüme sırt dönmek hiç değildir.
Bu, milletvekillerini Abdullah Öcalan’ın ayağına gitmekten ve siyasetin onurunu kurtaran ilkeli bir duruştur.
HÜDA-PAR’ın bu duruşu tam da burada önem kazanıyor. Çünkü toplum artık tiyatro izlemek istemiyor, çözüme “dostlar alışverişte görsün” mantığıyla yaklaşılmasını istemiyor. Soruna somut yaklaşım ve öneriler görmek istiyor.
Bir gün bu ülkede gerçek bir çözüm olacaksa, bunun yolu İmralı kapısından değil; net duruşlardan ve ilke kapısından geçecektir.
HÜDA-PAR bugün bu kapıyı bütün samimiyetiyle açan, tavizsiz, net ve ideolojik bir duruş sergileyen tek siyasi aktördür.
Gerisi mi?
Gerisi unutulup gidecek olan siyasetçiler…
Gerisi günübirlik politikalar…
Gerisi maskeler… Ve maskelerin bir ömrü vardır.
Ama Hakikat ebedidir.