Fesih ve silahlı mücadelenin sonlandırılması yönünde beklentiler bazıları açısından tedirgin edici bir dönemden sonra nihayet gerçekleşti.
PKK’nın uzun ve kanlı şiddet süreci yapılan açıklama ile sonlandırıldı.
Yapılan açıklamada geçen tarihi vurgular, birliktelik ve demokratik toplum gibi ifadeler, metnin üzerindeki Öcalan gölgesini net olarak gösterse de yoldaş gibi, demokratik toplum sosyalizmi gibi, komünal demokratik toplum gibi Marksist jargondan gelen ifadeler, örgüt içinde süreçten rahatsız olanların kendilerini gösterme çabası olarak okundu.
Açıklamada çok sayıda soru işareti ve çelişki vardı.
Çatışma sürecinin başlaması ve sebepleri anlatılırken 1924 sonrasının işaret edilmesi, inkarcı ve asimilasyoncu politikaların eleştirilmesi elbette bir durum tespitidir; ama bu arada tek kelimeyle bile asıl suçlu olan Kemalist ideolojinin eleştirilmemesini nereye oturtmak gerekir?
Bin yıllık kardeşliğin önce zedelenmesi sonra da imha edilmesi çabaları Kemalist ideolojinin tümüyle hakim olmasından sonra gerçekleşmedi mi? Yıllarca beraber politika geliştirdiğiniz Doğu Perinçek, Kemalizm ile Ulusalcı sosyalist BAAS’ın laiklik uygulamalarında aynı çabanın içinde olduğunu, hatta neredeyse aynı şey olduğunu söylemedi mi?
Herkes biliyor ki, PKK, gücü elinde bulundurduğu yerlerde aynen BAAS ve Kemalistler gibi İslami inanç değerlerine savaş açtı, katı bir laiklik uygulamasıyla Kürt halkı arasındaki dini gelenekleri ortadan kaldırmaya, “bilimsel sosyalizm” adını verdiği absürt bir ideolojiyi faşist bir uygulamayla dayatmaya kalkıştı.
Örgüt lideri Öcalan 1924 öncesine vurgu yaparak o dönemin referans alınmasını öneriyor; ama PKK’nin siyasi uzantısı durumundaki partinin bir dönem önemli isimleri, mesela Aysel Tuğluk ve Hasip Kaplan, açıkça “Kemalistlerle işbirliği” yapılabileceğinden söz ediyordu.
Açıklamada “silahlı mücadelenin gerekliliği” konusunda kullanılan ifadeler de çelişkiler ile dolu.
Mesela…
Evet, bir dönem “derin devlet” birçok hukuksuz ve insanlık dışı eyleme imza attı ve yine evet, bir dönem “resmi devlet” de bu işin arkasında durdu ve hatta “derin devlet”i haklı bulduğunu çeşitli vesilelerle dile getirdi.
1991’den 2000’e kadar Başbakanlık ve Cumhurbaşkanlığı yapan ve kendi döneminde 360 kişinin gözaltında kaybolduğu ortaya çıkan Süleyman Demirel, “Devlet gerektiğinde rutinin dışına çıkar” diyerek “derin devlet” uygulamalarına yeşil ışık yakmıştı.
Ama PKK, “derin veya resmi”, sıfatı ne olursa olsun devleti suçlarken kendisinin halka yaşattıklarını unutturabilecek mi?
Sivil insanların evlerine bomba ve roketlerle saldırmalar, sivil alanlarda bomba patlatarak katliamlara sebep olmalar, cami basıp katliam gerçekleştirmeler, yollara mayın yerleştirip araçları patlatmalar, köyleri basıp kadın çocuk demeden vahşi katliamlar gerçekleştirmeler…
İsterseniz iç infazlardan söz edelim.
Öcalan’ın 2004’te kitaplaştırılan mahkeme savunmasında söylediği sözlere bakın isterseniz: “Ben, devletten daha çok PKK ile uğraştım, çatıştım, çetin bir savaş verdim. Bize uymayan, disiplinsiz hareket edip biat etmeyen 18 bin kişiyi öldürttüm.” Dikkatinizi çekerim bu rakam bundan 25 sene öncesine aittir. Bu arada üzerine nasıl bir ekleme oldu, bir gün örgüt kayıtları açıklanırsa daha iyi anlaşılır.
Son olarak…
PKK için ciddi bir özeleştiri zamanı gelmiştir.
Zihinlere materyalist bir felsefeyi enjekte ederek insanları öldürmeye ve ölüme sürüklediniz.
Geldiğiniz nokta “tekrara düştük, silahlı mücadeleyi bırakıyoruz, demokratik mücadeleyi başlatıyoruz” açıklamasıdır.
Bu kadar kan, bu kadar ölüm, bu kadar şiddet bunun için miydi?