Bir yanda yaşanan Gazze vahşeti ve ümmetin acıları, öte yanda iki gün sonra idrak edeceğimiz Kurban Bayramı hazırlıkları ve Hacı adaylarının tatlı telaşı sürüyor. Bu vesileyle yıllar önce gerçekleştirdiğimiz Mukaddes toprakları ziyaret sürecinden sonra yazıya döktüğümüz düşüncelerimizi güncelleyerek yazmak istedik.
Mukaddes toprakları ziyaret etme arzusunun özellikle gençlerde neşv-u nema bulması sevindirici bir durum. Kutsal toprakları görme heyecanıyla çocuk, genç, yetişkin, yaşlı, erkek ve kadın milyonlarca Müslüman Hicaz’a doğru akın ediyor. Temennimiz odur ki, bu ziyaretler bilinçli bir şekilde gerçekleşsin ve gerçek bir Mekke, Medine ve Peygamber şuuru oluştursun.
Hz. Peygamber (s.a.v.) ve O’nun mücadelesinden bağımsız bir ziyaret kesinlikle eksik kalacaktır. Sadece O’nun doğduğu ve yaşadığı mekânlar olarak değil, mücadele verdiği, ümmet için acılar çektiği ve zulme karşı haykırdığı mekânlar olarak da görmek ve anlamak gerekir ki, hayatından dersler alma, anlayış ve şuur tazeleme ve İslam’ı hakkıyla yaşama imkânına kavuşalım.
Ziyaretimiz esnasında yaşadığımız en güzel hatıralardan biri de, nice mü’min gönüllerin görme arzusu taşıdığı Hira ve Sevr mağara ziyaretleriydi. Vahyin ilk mekânı olan Hira’ya yaklaşık 20 dakikada varmıştık. Vahyin ilk indiği mekânı tam da Beytullah’a bakan yönüyle görmek oldukça heyecan vericiydi. Ama Sevr’e çıkış öyle rahat olmayacaktı. Sevr’e yaklaştığınızda, henüz dağın eteklerine adım attığınız gibi meşakkatli bir yolculuk başlıyor. Tırmandıkça terliyor, yoruluyor, iyice takatten kesiliyorsunuz. Genç yaşımıza rağmen çıkışımız 1 saat 20 dakikayı bulmuş ve tükenmiştik. Bu meşakkati tüm hücrelerinize kadar hissettiğinizde, işte o zaman Kutlu Nebi’nin çektiği ızdırabı anlamaya başlıyorsunuz.
Kutlu Nebinin insanlığı iman ve hidayete ulaştırabilmek için çektiği bu acılar, O’na sadakat göstermek için yeterli sebeptir. Zira ellili yaşlarında, müşriklerden çektiği eziyet ve sıkıntılarla beraber, büyük bir takibat altında bu yolculuk gerçekleşmişti. Hem de o gün çok daha zor olan koşullarda…
Bugün kendi saltanatları için Kudüs’e bile ihanet eden makamperest Arap liderlerin izinden gittiği müşrik liderler, saltanatlarını sarsan Kutlu Nebi’ye suikast planları yaparken, davanın liderini korumak için yatağına yatan Hz. Ali (r.a) gibi, hesabi değil, hasbi yiğitlerin varlığına ihtiyaç vardır. Yine seçilen güzergâhın Medine yolu değil de, ters istikamette yer alan Yemen yolundaki Sevr dağı olması, hem tedbire sarılma, hem de hedefe varmak için uzun ve çileli yolun gerekliliği açısından büyük dersler taşımaktadır.
İşte ilahi inayet tam da bu süreçten sonra ulaştı. Aslında Allah (c.c.) dileseydi bu sıkıntıları yaşatmadan ve Sevr gibi bir meşakkati çektirmeden de Sevgili Habibini koruyabilirdi. Ama Kutlu Nebi dahi olsa, sünnetullah gereği tedbir olmadan, gayret ve çile olmadan ilahi yardım da tecelli etmedi. İlahi yardım, ancak fiili ve kavli duanın birlikteliği ile cari oldu.
Kurban Bayramı’nda yâd edeceğimiz Hz. İbrahim (a.s)’a serin ve selamet olan ateş; gösterilen gayret, ödenen bedel ve çekilen çile sonucunda fıtratının aleyhinde bile iş gördü ve yakmadı, yakamadı. Yine Safa ve Merve tepeleri arasında yapılan Sa’y yani çaba, Hz. Hacer’in çile dolu su arayışının sonucunda lütfedilen Zemzem suyuna kavuşmanın bir sembolüdür. Evladı için yüreği yangın yeri olan bir anne için de sünnetullah aynıdır ve asla değişmiyor.
Gazze cennete işte bu sünnetullah ile yürürken, zalim ve hainleri bekleyen akıbet cehennem olacaktır. Peki, ümmetin diğer unsurları kimlerle yoldaş olacak? Ve Gazze’ye hasbi değil, hesabi yaklaşanların akıbeti ne olacak?