SAVAŞ VE BARIŞ

Abone Ol

Her savaş nihayetinde bir barış içindir. Savaş silahlı siyaset, siyaset ise silahsız savaştır. Savaşta kendisini kanıtlayanların barışta daha maharetli olacaklarından kuşku duyulmamalıdır. Bu bağlamda olası bir ateşkes ve barış sürecinde HAMAS’a güvenmek gerekir. Bu konuda müsterih olunmalıdır.

Aşağıda değinileceği gibi Yaser Arafat döneminde, işgalci rejim istilası; tamamıyla bir Kudüs, İslam ve Arap meselesinden çıkartılıp, Filistin - işgalci rejim savaşına indirgenmişti. Son dönemde ise sanki sadece bir HAMAS - Siyonist israil çatışmasına kadar düşürülmüştü. Fakat HAMAS özellikle de bu son manevrası ile tekrar Kudüs, Arap, İslam Dünyası ile işgalci Siyonist istilanın meselesi şekline çıkardı konuyu. Masada Türkiye ile beraber Katar, Suudi Arabistan, Mısır dolaylı olarak Ürdün vesaire Arap ve Müslüman ülkelerin olması müsbet olarak değerlendirilmelidir. Orta ve uzun vadede bunun ehemmiyeti daha da iyi anlaşılacaktır.

HAMAS’ın potansiyeli hakkında şu misal dikkate ve takdire şayandır. Bir HAMAS yetkilisinin şu tespiti, HAMAS ile işgalci rejim savaşının gidişatı ve sonucu hakkında bize yeterince fikir ve ümit veriyor.

.” (O zaman 600. günlerdi.) El hak öyleydi.

Gelinen noktada ABD Başkanı Trump’ın sözcülüğünde ve gözcülüğünde görülse bile bir ateşkes ve barış süreci gündeme geldi. Elbette ki son şekli olmamakla beraber olumlu ve olumsuz yönleri mevcuttur. 2 taraf arasında cereyan eden bir meseleye dair bir yol haritası hiçbir zaman ilk başlangıçta 2 tarafı da memnun edecek içerikte olamaz. Buna rağmen sürecin içinde görünen Katar, Suudi Arabistan, Mısır ve Türkiye başta olmak üzere pek çok Dünya Devleti tarafından olumlu karşılandı. (Planın detayları yeterince medyada yer aldığı için burada değinilmeyecektir.)

HAMAS yetkilileri de çekinceleri ile beraber bir ön adım olarak en azından ret etmediler, sürece dâhil olacaklarını deklare ettiler. Ama hiç kuşkunuz olmasın ki işgal rejimi bu süreci açıktan reddetmemesine rağmen sabote edecektir. Çünkü farklı bir ajandası vardır.

Bu süreç pek çok risk içermesine rağmen inşallah HAMAS’ın, Gazze’nin, Filistin’in faydasına gelişecektir. Çünkü önemli bazı fırsatları da içinde barındırmaktadır. Yeter ki bu fırsatlar basiretli bir şekilde tespit edilip istifadeye çevrilsin.

Aksa Tufanı Operasyonu ile beraber Gazze ve Filistin tüm dünyanın gündemine geldi. Bugün söz konusu olan girişim de, bu operasyonun doğal bir sonucu olarak karşımıza çıkmıştır. Bu konuda artık görev, işin siyasi ve bürokrasi kanadına düşmektedir.

Öteden beri bir şekilde çözüm önerisi sunanların da artık ciddi bir şekilde ellerini taşın altına koyma durumu hâsıl olmuş ve fırsat da ortaya çıkmıştır. Bu yolla Filistin ve Gazze’ye takviye ve müdahil olmanın yolu da açılıyor. Bunu bu şekilde görmek ve değerlendirmek de gerekir.

Hatırlanacak olursa buna benzer bir süreç 1982 yılında İşgalci Siyonistlerin tıpkı bugünkü Gazze’yi işgal ettiği gibi Lübnan’ı; Hıristiyan Falanjistlerle beraber işgal edip Sabra ve Şatilla katliamlarını gerçekleştirdiklerinde de yaşanmıştı. Öyle bir felaket yaşandı ki, Filistin kamplarındaki insanların ölmemek için çevrelerinde bulacakları her türlü hayvan etlerini yiyebileceklerine dair fetvalar verildi. İnsanlar, ölülerinin etlerini yiyecek duruma gelmişlerdi. Lübnan’a Uluslararası Barış Gücü adıyla bir müdahale yapılmıştı. Buna rağmen Hizbullah ve diğer İslami bir takım yapılar Lübnan’da böylesi bir iklimde varlıklarını güçlendirerek geliştirdiler. (Hatta Hizbullah; Lübnan’da bu müdahaleden sonra ortaya çıktı) O süreçte Emel ve Şii Emel hareketleri ön plandaydı. Şu anda da Lübnan yönetiminde yer almaktadırlar.

Bu köşeyi takip edenler hatırlayacaklardır ki daha önceki analizlerimiz de Arap Birliği ve İslam İşbirliği Teşkilatlarının bir şekilde Filistin topraklarına dahil ve müdahil olmaları her halükarda olması ve planlanması gereken bir durum olduğu değerlendirilmişti. O zaman özellikle Amerika’nın veto engeli bu durumu akim bırakmaktaydı. Hazır şimdi Amerika böyle bir çözüm sunarken, doğal olarak uluslararası bir gücün Filistin’e konuşlanmasını veto etmeyeceği sonucu da ortaya çıkmaktadır. Bu inşallah İslam ve Müslümanların faydasına olacaktır. Herkesin bir hesabı var Allah’ın da bir hesabı vardır… Bu konuda ince eleyip sık dokuma yerine, biraz rahat olmanın inşallah büyük faydaları içinde barındırdığı görülecektir.

Yakın dönemde görüştüğümüz bir Filistinli yetkiliye; “Neden HAMAS’ın, Mısır ve Ürdün gibi ülkelerden garantörlük çerçevesinde İlhak ya da İltihak girişimi talebinde bulunmadığını…” sorduğumuzda ilginç bir cevap vermişti. “Aslında Ürdün ve Mısır’la garantörlük tarzı haklarının Arafat’ın, Oslo görüşmeleri sırasında sonlandırıldığını, fakat buna rağmen rahmetli Şehit Yahya SİNVAR’ın o zor şartlarda bile Mısır’la bir takım ilişkiler geliştirmeye çalıştığını…” söylemişti.

Gerçekten de sonra araştırdığımız kadarıyla Yaser Arafat’ın; “Filistin meselesini bir “İSLAM-ARAP MESELESİ OLMAKTAN ÇIKARTARAK” ADETA İŞGALCİ SİYONİSTLERE FİLİSTİN’İ ALTIN TEPSİDE SUNDUĞUNU fark ettik.”

Bu süreç; Filistin’in lehine olarak, komşularına dair bir garantörlük hakkı ya da ihtiyaç hissettiğinde uluslararası vesayet hakkı gibi hukuki durumları da beraberinde getirecektir. Çünkü hem Gazze hem de Batı Şeria’nın mevcut durumuna baktığımızda, bu tarz ihtiyaçların ilerde çok şedit bir şekilde hissedileceği açıktır. Bunlar kayda değer hususlardır. Özellikle son dönem işgalci rejimin pervasız istilası göz önünde bulundurulduğunda bu hususların ne anlam ifade ettiği kendiliğinden ortaya çıkacaktır.

Bu girişim ile koşullarına HAMAS’ın da razı geleceği, Türkiye, Mısır ve Ürdün gibi ülkelerin bir şekilde Filistin topraklarında konuşlanmalarının sağlanacağı bir durum, Siyonist işgalcilerin asla razı gelmeyeceği bir gidişat oluşacaktır. Bunun pek çok gerekçeleri vardır. Arife tarif gerekmez.

Netice itibariyle bir şeyi denemeden hakkında hüküm vermek bazen isabetsiz olabilir. O yüzden gelişen bu süreci HAMAS’ın da deklare ettiği ölçüler çerçevesinde denemek ve sonuçlarını görmek makul olur. Uzaktan, o zorlukları, sıkıntıları halk olarak yaşamadan, mücahitlerin imkân ve koşullarını bilmeden, bu tarz girişimleri reddedip sadece savaş talebi; yerine göre belki bir ateşkes ihtiyacı içinde olan gerçek cephedekileri karar vermekte zorlayabilir.

Tolstoy, Napolyon savaşları üzerine yazdığı Savaş ve Barış kitabında, Savaşın cepheler dışında etkilediği halkın dram ve trajedisini irdeler. Yüz binlerce Gazzeli Şehidin ve iki milyon civarında Gazze’linin kendi topraklarında esaret ve sürgünü bir arada yaşama dram ve trajedisini ekranlar kaleme gerek bırakmadan gözler önüne seriyor. Vesselam…