Suriye’yi güzel görüp güzel düşünmek

Abone Ol

Denir ki, Ehl-i Beytin feci şekilde katledilmesinden sonra zalim vali İbn-i Ziyad, Hz.Zeyneb’e şöyle sorar: “Kardeşine ve ehli beytine Allah’ın yaptığını nasıl buldun?” Hz. Zeynep(rha) kısa bir cevap verir: “Güzelden başka bir şey görmedim.”

Meramımızı anlatmadan önce şu çok göreceli gelen güzellik konusuna kısaca değinelim.

Bugün “kötülük problemi” başlığı altında da konuşulan hüsün ve kubuh (güzellik ve çirkinlik) meselesi geçmişte alimler arasında çok tartışılmış. Mesela, “güzelliği tayin eden akıl mıdır yoksa vahiy mi?” diye sormuşlar ve konuşmuşlar da konuşmuşlar.

Mutezile alimlerinin, güzelliği varlığın kendisine izafe edip, ilahi emir ve yasakların buna bina edildiğini söylemelerine İmam Gazali(rh) başta olmak üzere çok sert tepki gösterilmiş. Üstad da bunu şiddetle reddederek; “Cenâb-ı Hak bir şeye emreder, sonra hasen (güzel) olur. Nehyeder, sonra kabih (çirkin) olur. Demek emirle güzellik, nehiyle çirkinlik tahakkuk eder.” demiştir.

Hatta Bediüzzaman Hazretleri(rh) hakikatin güzelliği hususunu o kadar işler ki, adeta Risale-i Nur’da baştan sona, kendisinden iki asır önce gelen Erzurumlu İbrahim Hakkı hazretlerinin Tefvizname’sinin son kıtasını şerhetmiş gibidir:

“Vallâhi güzel etmiş,
Billâhi güzel etmiş,
Tallâhi güzel etmiş,
Allah görelim netmiş,
Netmişse güzel etmiş.”

Tabi burada Üstadı, salt bir optimist olarak görmek yanlıştır. Evet “güzel gören güzel düşünür, güzel düşünen hayatından lezzet alır” dediği şeyi bağlamından koparırsanız, buradan karamsar insanlara polyannacılık becerisi öğreten kişisel gelişim koçuna hayli malzeme çıkar. Polyannacılıkdaki iyimserlik olaya ve eşyaya mana-yı ismi ile baktırır yani gördüğünün bizzat kendisinde güzellik aratır. Üstad ise mana-yı harfi ile baktırır yani gördüğü şeyde Allah-ü Teala’nın isim ve sıfatlarıyla tecelli ettiği güzellikleri aratır.

Şimdi gelelim mevzuya.

Suriye’yi medyadan takip ederken her şeyin bir anda ve olumlu yönde geliştiğini görünce, hemen bilinçaltında kökleşmiş o refleks devreye giriyor: “Vardır bir oyun. Büyük şeytan Amerika’nın mekrinden, hilesinden, planından, acayip stratejilerinden yine biri işte. Hem de kendi varoluş felsefesini, işgal rejiminin bölgede koruyup kollanması diye açıklıyorken.”

Bunun da kaynağı yine hâkim güç ABD’ye rağmen zayıfların asla “kendisi olamayacağı” kuruntusudur. Bu da bir çeşit “reel politiğin acılığı” diye başlayıp “zor ve imkânsız” diye biten ve düz mantıkla beslenen “usluluk” sendromudur.

Tamam, Sam amcanın çiftliğinde uşakları, ajanları, üsleri, dolarları, tehditleri var oğlu var diye sürekli aynı şarkıyı mı mırıldanalım: “Ali babanın bir çiftliği var. Çiftliğinde horozları var. Üüürü üüürü diye bağırır. Çiftliğinde Ali babanın..”

Ne demişti ayet-i kerime: “Küllü men aleyhâ fânin” Yani şu yeryüzünde her şey fani, geçici, kararsız. Dolar bir yere kadar, uşak, ajan bir yere kadar, silah, tehdit vs hepsi bir yere kadar.

Hani bunu ıskalayan yetersiz bakiyeler; “Taliban’ı sonunda ABD, Afganistan’ın başına getirdi, Hamas’ı da FKÖ’yü bölmek için israil kurdu” diyecek kadar laikleşmediler mi?

Şeytana, kıyamet gününe kadar mühlet verildiğine göre elbette ki, her dönem farklı isimlerle İblis’in temsilcileri olacak, insanoğlu ile kötülük arasındaki alaka her ölçekte kendini belli edecektir. Ancak her hadiseyi de bütünüyle kötüler ve kötülük lehine görmek sağlıklı bir tutum değildir. Çünkü fetih, hidayet, tevbe istiğfar, zikir ve bütün hayır hasenatlar şeytana rağmen ve habis taraftarlarının azdırmasına karşı var olagelmiştir bundan sonra da devam edecektir.

Zalimlerin defedilip Emevi Camii şahsında aziz bir İslam coğrafyasının özgürlüğüne kavuşup nefes alması güzeldir.

Lanetli sıhyonistin Şam yakınlarına kadar sokulması başta Suriye’nin yeni yönetimi olmak üzere hiçbir aklı selimin kabulleneceği bir şey değildir ve hakimiyetin fıtri manasının da böyle bir şeye tahammül etmeyeceğini bilmek güzeldir.

Türkiye’nin Suriye’li muhacirlere on yılı aşkın bir süre ev sahipliği yapması gibi, yeni süreçte baş aktör olması veya bununla alakalı her müspet ihtimal güzeldir.

Sürekli acılara mahkûm edilmiş bir diyarda daha fazla kanın dökülmesine engel olacak anlaşmalar güzeldir.

Yüz yıl önce kardeş coğrafyalar arasına çizilen sınırların incelmesi gibi, içerde Kemalizm’in de zayıflamaya meyletmesi güzeldir.

Ve birtakım fitneleri körüklemek isteyenlerin üfledikleri alevin bir türlü harlanmaması, tutmaması, tutuşmaması güzeldir.

Velhasıl karine varsa güzel görmek saflık değildir.

Kahrolsun Amerika ya Hu.

“Bana ne Amerika’dan!”