19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren İslam dünyasında başlayan modernleşme akımlarıyla birlikte Müslüman toplumlar, Batı medeniyetinin sadece bilim ve teknoloji alanında ürettiklerinden faydalanmakla kalmamış, aynı zamanda Batılı kültürel değerler ve yaşam tarzı da “evrensel görgü kuralları” olarak Müslümanlara dayatılmış hem mantalite hem hayat tarzı bakımından Müslümanların belli ölçüde kendi İslami ve kültürel kökenlerinden uzaklaşmalarına yol açmıştır. Nitekim bu kopuş ve yozlaşma karşısında, Müslümanların kendi kimliklerini koruyabilmelerinin yolu, hiç şüphesiz Kur’an’ı rehber edinmeleri ve Hz. Peygamber(a. s)’in ahlaki kişiliğini ve onun yolunu sürdüren devrimci ve rabbani ulemanın örnekliğini takip etmelerinden geçmektedir.
Hz. Muhammed(s. a .v) ahlaken yozlaşmış, hayasızlığıyla dibe vurmuş, edepten yoksun bedevi bir topluluğu 23 sene gibi kısa bir zaman zarfında değiştirip dönüştürmekle yetinmemiş; ahlaki, sosyal ve siyasal bir devrim gerçekleştirerek Yesrib'i Medine kılmıştır. Medine, medeniyet güneşinin zuhur ettiği belde, güzel ahlakın tamamlandığı diyar, zalimlerin tahtının sallandığı, ahlakı Kur'an olan güzel ve numune insanların mukim bulunduğu mübarek belde demektir.
Hz. Peygamber'in edebini ve ahlakını Hz. Ali şu cümlelerle dile getirmiştir:
" Yumuşak huylu idi. Merhameti ve bağışlaması boldu. Katı kalpli değildi. Hiç kimseyle çekişmezdi. Bağırıp çağırmaz, asla kötü söz söylemezdi. Hiç kimseyi ayıplamazdı. Cimri değildi cömertti. Hoşlanmadığı şeye göz yumardı. Umanı umutsuzluğa düşürmez ve bir şey hakkında hoşnutsuzluğunu açığa vurmazdı.
Hiçbir kimseyi ne yüzüne karşı ne de arkasından kınayıp ayıplardı. Hiç kimsenin ayıbını ve kusurunu araştırmazdı. Hiç kimseye hakkında sevaplı ve hayırlı olmayan sözü söylemezdi. Mecliste yerlerden bir yeri kendisine belirlemez, böyle yapmayı menederdi. Nerede olursa olsun, oturan bir topluluğun yanına vardığı zaman üst başa geçmez, meclisin sonuna oturur ve böyle davranmalarını Müslümanlara da emrederdi. Kendisiyle oturan herkese nasibini verirdi; öyle ikram ederdi ki herkes Resûlullah katında kendisinden daha mükerrem bir kimse yok sanırdı.
Kendisiyle oturan veya gelip ihtiyacını arz eden kimsenin her şeyine, dönüp gidinceye kadar katlanırdı. Bir kimse kendisinden bir istekte bulununca onu reddetmez, verir yahut tatlı yumuşak bir dille geri çevirirdi. O'nun güzel ahlakı, bütün insanları içine alacak kadar genişti. Onlara şefkatli bir baba olmuştu."
Hz. Hatice''nin oğlu Hind b. Ebu Hale ise Efendimiz (a. s.)in edep ve ahlakı hakkında şöyle demektedir: "Birisiyle karşılaştığı zaman önce kendisi selam verirdi. Resulullah daima düşünceli idi. Susması, konuşmasından uzun sürerdi. Lüzumsuz yere konuşmazdı. Kimseyi incitmez ve öç almazdı. Kızdığı zaman, kızgınlıktan hemen vazgeçer ve kızgınlığını belli etmezdi. Allah'ın hiçbir nimetini yermezdi."
Müminlerin annesi Hz. Aişe: "Onun ahlakı Kur'an'dı. İnsanların en güzel ahlaklısı idi. Hiçbir çirkin söz etmezdi. Çarşı ve pazarda bağırıp çağırmaz, kötülüğü kötülükle karşılamazdı. İnsanları affeder ve bağışlardı. İnsanların en ince ruhlusu ve en güleç yüzlüsü idi" der.