Hayat bazen insana istemediklerini yaptırır, bazen istemediklerini söyletir, bazen yaptıklarını inkâr ettirir ya da bazen önceden söylediklerinin tam tersini söylemek zorunda bırakır. Eli öpülesi büyüklerimizin tam da bu konuyu anlatan güzel bir vecizesi vardır: “Büyük lokma ye, ama büyük laf etme!”
Bir zaman önce Malazgirt’te Bahçeli ile aynı fotoğraf karesinde olanları “Jitem ittifakı” ya da “Kirli ittifak” diye damgalayıp manipüle eden DEM Parti, meclis açılışında Bahçeli’nin uzattığı eli tutmak için yarış içine girmişlerdi. Bundan sonra MHP ile DEM arasında başlayan flört daha ileri düzeye çıktı ve DEM, Bahçeli’nin her dediğini emir telakki eder bir pozisyona doğru sürüklendi. Artık Bahçeli ne derse, DEM yetkilileri bunun doğru bir karar, doğru bir yol, doğru bir çözüm olduğu yolunda açıklama üstüne açıklama yapmaktadırlar.
Bahçeli, İmralı’da hükümlü bulunan Öcalan’a PKK’ya silah bırakma ve kendini feshetme çağrısı yapmasını telkin edince, sanki Abdullah Öcalan, DEM ve PKK bu çağrının yapılmasını bekliyormuş gibi kardeşlikten, çözümden, Kürt ve Türk birlikteliğinden, savaşın anlamsızlığından, sorunların mecliste çözümünden bahsetmeye başladılar. Bu elbette PKK’nın şimdiye kadarki söylemlerinin tam tersi bir tavır için girmesi demekti. Ama Bahçeli’nin silah bırakma çağrısı/emri Abdullah Öcalan’a ulaşınca, PKK ve bileşenleri tüm ilkelerini, amaçlarını, hedeflerini bir yana bırakarak hazırol vaziyetinde emri yerine getirdiler.
Hâsılı, PKK ve bileşenleri zamanında büyük laflar etmişlerdi, o lafların hepsini geri yutmak, tükürdüklerini yalamak zorunda kaldılar. Burası işin bir tarafı… Her ne saikle olursa olsun, ister Bahçeli’nin emri isterse PKK’nın kendi öz kararları olsun silah bırakmaları hayırlı olmuştur.
İşin asıl yönü, PKK’nın silah bırakması değil, yarım asırdan beridir Kürt halkı üzerinde yaptığı tahribattır. PKK’nın son kullanım tarihi zaten sona ermişti. Türkiye’de hiçbir etkinliği kalmamış, sınır dışında da burnunu çıkaramayacak bir pozisyona düşmüştü. Silah bırakmakla aslında yok olmaktan kurtulmuş oldular. Kendilerini kurtardılar, ama Kürt halkı, PKK’nın açtığı yaraları hiçbir zaman saramayacaktır.
PKK, Marksist-Leninist bir çizgide kurulduğu günden itibaren sadece Kürtlerin sosyal ve kültürel yaşamlarını dönüştürmeyi, toplumsal yapısını bozmayı amaçlayan bir yapı olarak faaliyet göstermiştir. Bu bağlamda örgüt, Kürt toplumu içerisinde geleneksel aile yapısını, dinî değerlere olan bağlılığını, muhafazakâr sosyal kodlarını, namus ve iffet anlayışını aşındırmaya yönelik adımlar atmış; seküler yaşam tarzını, kadın-erkek ilişkilerinde batı merkezli bir özgürlük anlayışını Kürt halkı arasında yaygınlaştırmayı stratejik bir hedef olarak benimsemiştir. Ne yazık ki bu hedefinde başarılı olmuştur.
PKK’dan önce Kürt halkı arasında adının anılması bile iğrenç gelen LGBT+İ gibi sapkınlıkların, bugün yaşlı Kürt kadınlar tarafından bile destekleniyor olması, PKK’nın yaptığı tahribatın anlaşılması açısından ilginçtir. PKK ve türevlerinin bu türdeki sapkın oluşumları açık bir şekilde desteklemesi, LGBT+İ sözleşmesini “büyük bir onurla” imzalamaları, örgütün sosyo-kültürel bir mühendislik için silah kullandığını ortaya koymaktadır. Yani gelinen süreçte anlaşıldı ki PKK’nın başından beri ayrı bir devlet kurma, özerklik, federasyon vs. gibi bir dertleri yokmuş. Tek dertleri, laik-Kemalist rejimin başaramadığı işi silah zoruyla başarmakmış.
Halen sosyal yaşamını İslam’a göre şekillendiren İslamî kimlik sahibi Müslümanlar dışında, namusuna düşkün, dinine bağlı, karısını-kızını kıskanan, İslamî edep ve ahlak sahibi geleneksel Kürt kimliği yok olmanın eşiğine gelmiş durumdadır. Yani ortada ne Kürt, ne de Müslüman olan garip bir tür var ve bu tür, geleneksel Kürt kimliğini taşımamaktadır.