Kırk yıl evvel TV’de bir yarışma programı vardı. Gençlere bir konu veriliyor ve bir dakikadan az üç dakikadan çok olmamak kaydıyla konu üzerine yeni şeyler söylemeleri isteniyordu. Sonrasında jüri ve stüdyodaki izleyiciler, söylenen şeylerin yenilik ve orjinallik derecesine göre puan veriyordu.
Güncel yoruma olan ihtiyacın fıtriliğini anlamak için asgari akıl yaşı yeterli. O yüzden ikide bir; Mevlânâ Celaleddin’e(rh) atfedilen; “dün dünde kaldı cancağızım, bugün yeni şeyler söylemek lazım.” sözünü tekrara da gerek yok.
Modern düşünce bunun negatifinden besleniyor. Madde planında konfora yüklediği yenilenme hızıyla mânâ alemini mahkûm ediyor.
Oysa maddenin baş döndüren dönüşümü devasa bir anlam açlığı ortaya çıkarıyor. Nakil itibariyle en sağlam kabul edilen Nebevi Sözlerin başında gelen “ameller niyetlere göredir” hadisi; ağırlık, hacim, uzunluk, alan, kütle, ısı, ışık, ses, enerji, zaman gibi ne kadar değişken varsa ölçmeden önce hepsine niyeti, kasdı, gayeyi ve nedeni yani anlamı soruyor.
Ve ilahi düstur da adres olarak salt bir yapay zekâ ekstresini değil onun da zemini olması gereken Kuran ve Sünneti emrediyor. “Herhangi bir konuda anlaşmazlığa düşerseniz onu Allah'a ve Resul'e götürün.” (Nisa 59)
Haliyle, ilk merci olarak Allah’ın Kitabı ve Peygamberin(sav) Sünneti tarafından onaylanmamış hiçbir sual yahut hiçbir cevap, hakikatte karşılığını bulamayacağına göre soran kişi; rüşdüne, hidayetine, sebiline, sıratına, sedadına velhasıl muradına eremeyecektir.
O zaman hislerimizle algıladığımız her yeni şeyle alakamız, bizi ruhumuzla uzandığımız, aklımızla idrak ettiğimiz ve kalbimizle teslim olduğumuz inancımıza daha fazla yaklaştırdığında anlam bozukluğunu atlatmış sayılırız.
Şimdi modern çıkmazın parantezini bırakıp konuya gelelim.
Geçenlerde bir izleyici sormuş: “Kanalınızda Kur’an-ı Kerim Kelime Meâli zaten var. Öncekinde hata mı var ki yenisini veriyorsunuz?”
Hayır hata yok. Her ay her müslümanın Kur’an-ı hatmetmesi gerekiyor mu? Evet. Peki şimdiye kadar yazılan üç yüz bin tefsir yeterli mi? Hayır. O halde ister şeklî bakımdan olsun ister açıklama yönüyle her gün yeni bir heyecanla, yeni bir ahenkle, şevkle, suretle, çıkarımla, işaretle, nakille, ispatla Kur’anımızı bir daha incelemek şart değil mi!
O, bizim hilkat DNA’mız. O, ruhumuzun rahmi, kucağı. Kan gruplarımız farklıdır belki ancak O, bizim can grubumuz. Nabız, tansiyon değişir fakat O, bizden istenen EKG’miz.
Değişen dünyada Kur’an’ın çizdiği rotayı kaybetmeme adına gözleri Ondan nasıl ayırabiliriz? Üstelik O, her an yeniden iniyorken.
Ve Alemlere Rahmet olan Hz. Muhammed(sav).
Alem mefhumunu da herhalde statik, sabit, değişmez olanın zıddı olarak anlayacağız. Çünkü siz, bu yazının başından buraya kadar okurken içinde bulunduğumuz güneş sistemi de yaklaşık 20 bin kilometre giderek yer değiştirdi. Her ulaştığı nokta yeni bir alem. Ve o konumda Resulullah(sav) yine rahmet.
Hem siz bu yazıyı okurken en az 20 defa nefes aldınız. Aldığımız her soluk eski değil yeniydi. İçtiğimiz her su damlası gibi. Her sabah doğan güneş gibi. Her alınan selam gibi. İçtenlikle paylaşılan her bir gülümseme gibi. Dildeki her bir dua ve zikir gibi, salavat gibi.
Bir de Efendimiz (sav)’in Hadis-i Şeriflerinden her an yeniden keşfedilip işlenen mücevher dersler gibi. Siyer sadefinden çıkarılan inciler gibi.
Peygamber Sevdası yeniden çağırıyor. Kim bilir Kevser Havzı başına varınca; belki de “aa burası ne kadar da benziyor şu tekbirlerin ve salavatların göğe yükseldiği meydanlara, salonlara!” dedirtmek için.
Niyetler de muhabbete göre.
Amelimizden daha kıymetlice.
Salat ve Selam ile.