Allah’ın (c.c.) Hz. Musa’ya vahyettiği şu âyetlerde kendimize çıkaracağımız büyük dersler vardır: “Kuşkusuz ben, yalnız ben Allah’ım. Benden başka ilâh yoktur. O halde bana kulluk et, beni anmak için namazı kıl. Onun vaktini herkesten gizlemiş olsam da her bir kişinin yapıp ettiğinin karşılığını görmesi için kıyamet mutlaka gelecektir. Ona inanmayan ve kendi hevasının peşinden gidenler, sakın seni ona inanmaktan alıkoymasın, sonra sen de helâk olursun!” (Tâhâ, 20/14-16)
Bu ilahî hitap, sadece bir peygambere yönelik değil, kıyamete kadar gelecek bütün müminlere yönelmiş bir uyarıdır. Tevhid gerçeği, insanın en temel şuurudur; ancak bu hakikat bilinmekle birlikte günlük hayatın yorucu akışında çoğu zaman unutulmakta, dünya meşgaleleri kalbin üzerine bir sis tabakası gibi çökebilmektedir. Nice insanlar, geçici heveslerin peşinde sürüklenirken yaratılış amacını geriye itmekte; ebedî olan Rabbine kulluk ise hayatın kuytularında kalmaktadır.
Bu sebeple Allah Teâlâ, Hz. Musa’ya söylediği bu emri Kur’an aracılığıyla bize de okutmakta, bizi hem tevhide hem de o tevhidin tabii bir sonucu olan kulluğa çağırmaktadır. Kulluğun en açık, en güçlü, en diri göstergesi ise namazdır. Çünkü namaz, Allah’ın kuldan en çok istediği zikirdir; kulun Rabbi ile günde beş vakit buluşma anıdır. Bu sebeple ayette “Beni anmak için namazı kıl” buyurulmuştur.
Namaz, sadece Hz. Musa’ya değil; ondan önceki ümmetlere, ondan sonraki peygamberlere ve nihayet bize de emredilen bir ibadettir. Namazla kul, dünya telaşı arasında bir mola verir; ne olduğunu, nereden gelip nereye gittiğini, ölümün ve kıyametin mutlaka gerçekleşeceğini kendine hatırlatır. Hz. Ali’nin şu sözü ne kadar manidardır: “Yakındır; yakından da yakın olan ölümdür.” Bugün ayaklarımız tutuyor, gözlerimiz görüyor, nefesimiz güçlü geliyor olabilir; fakat bedenimizde ölümün işaretleri birikmeye başlamıştır bile: Beyazlayan saçlar, azalan güç, artan hastalıklar, sönmeye yüz tutan gözlerin feri…
Bütün bunlara rağmen vakti tüketen, ruhu körelten meşgalelere yönelmek helâke giden bir yoldur. Telefon ekranlarında geçirilen bitmek bilmeyen saatler, oyunlar, sosyal medya bağımlılığı, boş konuşmalar, gıybet ve faydasız meclisler… Bunların her biri insanın en kıymetli sermayesi olan zamanı çalmaktadır. Oysa zaman, ömür sermayemizdir; boşa giderse geri gelmez. Bir müminin, kendisine, ailesine, çevresine, dünyasına ve ahiretine fayda sağlamayan şeylere vaktini harcaması büyük bir ziyandır. Rabbimizin “sakın seni ondan alıkoymasın, sonra helak olursun” uyarısı, işte bu sebeple bizler için çok derin bir anlam taşımaktadır.
Namazla ayağa kalkan bir kul, secde ile arınır, rükû ile teslim olur, kıyam ile dirilir. Secde, kulun miracıdır; gerçek huzurun, gerçek yakınlığın ve gerçek kulluğun tecelli ettiği andır. Rabbine en yakın olduğu bu hâlde insan, hem kendi nefsinin karanlığından uzaklaşır hem de dünyayı hak ettiği yere –yani kalbin değil, elin seviyesine– indirir.
Mevlâ’m bizi imanının farkında olan, namazıyla dirilen, secdesiyle arınan, ölümü ve kıyameti unutmadan yaşayan kullarından eylesin. Bizleri gaflete düşüren meşgalelerden korusun; kalbimizi huzurla, evlerimizi bereketle, ömrümüzü kulluk şuuru ile doldursun. Âmin.