Mutluluk Mevzusu

Abone Ol

İnsanoğlu mutlu olmak ister. Hatta bu temel dürtü, tarih boyunca insanın peşinde koştuğu en büyük trend olmuştur. Acı ve kederden uzakta bir yaşama isteği, huzur ve sükûnet dolu bir dinginlik ve etrafı dolduran tatlı gülüşler, gülümsemeler her zaman için insanın hayallerini süslemişlerdir. Bu nedenle insan dünyaya gözünü açtığı ilk andan itibaren çevresindekiler tarafından mutlu olmaya koşullanır. Mutluluğu yakalamak adına cesaretlendirilir, mutluluğa erişmek için fedakârlıkta bulunmaya teşvik edilir. Hem bundan dolayıdır ki çocuklar için üretilen hikayeler/masallar hep mutluluk ile nihayete erdirilmeye çalışılır.

Hakikatte bu masum isteğin kötü ya da yadırganacak bir tarafı yoktur. İnsan zaten kendisini mutluluğa yönelten kodlar ile doğmaktadır. Çevresinin de doğduğu andan itibaren ona mutluluğu telkin etmesi, doğal olarak insanın mutluluğun peşine düşmesine neden olmaktadır. Ne var ki mutluluk, her ne kadar ulaşılması arzulanan bir hedef olarak sunulsa da mutluluğun nerde yakalanacağı ve ne ile elde edileceği konuları hep tartışmalı olmuştur. Kimileri için para dolu çantalar, öbürleri için şatafatlı makamlar, bir diğerleri içinse mükellef sofralar mutluluğun resmi olmuştur. Bununla beraber mutluluğu temiz bir hissiyatta yahut erdemli bir davranışta resmedenler de olmuştur.

Öte yandan insanı anlama uğraşısında bulunan modern psikoloji yaklaşımları da insan ve mutluluk arasındaki ilişkiye anlam vermeye çalışmışlardır. Bunlardan bazılarına göre insanı asıl huzursuz eden şey, bilinçdışında var olan haz odaklı arzuların engellenmesi durumudur. Buna göre bir şekilde bu arzular dışa çıkmalı ve tatmin edilmelidir. Böylece kişi mutluluğu elde edebilecektir. Bir diğerlerine göre insan sosyal bir varlıktır ve buna göre her yaşın gerektirdiği sosyal bir görevi yerine getirmelidir. Örneğin, evlilik çağında bir genç ancak yakın ilişki kurabildiği müddetçe mutlu olur. Ya da üretim çağında bir yetişkinin ancak topluma bir katma değeri varsa mutluluğa ulaşabilir.

Bir diğer psikolojik yaklaşım da insanın temelden başlamak üzere bazı ihtiyaçlarının olduğunu ve bu ihtiyaçların karşılanma durumlarına göre insanın mutlu olabileceğini ifade etmektedirler. Buna göre en temel ihtiyaçlar fizyolojik ve güvenlik ihtiyaçlarıdır. Yani bir insanın karnı tok, kafasının üstünde de çatısı varsa bu insanın temel düzeyde mutlu olması gerekir. Bu ihtiyaçların üzerinde ise sevgi ve saygı ihtiyaçları vardır. Buna göre de kişiyi seven bir karısı/kocası varsa ve kendisine saygı duyan çocukları mevcutsa kişi bir üst seviyede mutlu olabilecektir. Son ihtiyaç ise kendini gerçekleştirme olarak ifade edilir. Bu da kişinin daha alt düzeydeki tüm ihtiyaçlarının karşılanmasından sonra kişinin ancak hoşuna gittiği bir alanda yaptığı üretimin/sanatın kendisini mutlu edeceğini belirtir.

Daha yakın dönem psikolojik yaklaşımlar ise insanın mutlu olabilmesini bu hayatta bir anlam sahibi olmasına bağlamışlardır. Buna göre varoluş sürecinde insanın anlamını bulması ve bu anlam üzerinden de amacını inşa etmesi onu mutluluğa götürecek yegâne yoldur. Bu uzmanlar diğerlerine nispeten insanı mutluluk arayışını daha kapsamlı bir şekilde ele almışlardır. Öyle ki bu süreçte ölüm olgusuna temas etmeye çalışmış, ölüm kaygısının insan – mutluluk ilişkisine olası etkilerinden söz etmişlerdir. Buna göre ölümün farkında olunarak daha kaliteli vakit geçirmeye çalışmak kişinin mutluluğu ölüme rağmen sürdürebilmesini sağlayacaktır. Yani bir nebze de olsa ölüm denklemin içerisine alınmaya çalışılmıştır.

Elbette bu yaklaşımların her biri kendi edebi bütünlüğü içerisinde önemli ve anlamlıdır. Lakin hepsi de tıpkı körlerin bir fili tasvirinde yaşadığı durumu yaşamış, sadece kendi zaviyelerinden olaya yorum getirmeye çalışmışlardır. Bununla birlikte modern psikolojiyi oluşturan bu yaklaşımların hepsinin insanı ve mutluluğu açıklamaya dair en büyük sınırlıkları meseleyi fani dünyaya hapsetmeleridir. Bu münasebetle bu yaklaşımların hepsi eksiktir. Bunlar, özellikle mutluluğun sürdürülmesini açıklamada oldukça yetersizdir. Mutluluk bu yaklaşımlar ışığında sadece bir anlığına yakalanabilen bir mevzudur. Bundan dolayı bu yaklaşımlar görünür dünyanın sınırlarını aşan ve tenakuz oluşturan sorulara çözüm getirememektedir.

Örneğin, bilinçdışı arzuları kontrol ve terbiye etmenin başka bir yolu yok mudur, yoksa bunlar mutlak manada salıverilmesi gereken hırçın dürtüler midir? Ya da evlilik vb. yakın ilişkiler sosyal görevini yerine getiremeyen birinin mutlu olması veya mutlu kalması hiçbir şekilde mümkün değil midir? Benzer şekilde ihtiyaçları giderilmiş bir kişinin tekrardan muhtaç duruma düşmesi ihtimal dahilinde değil midir? Hem ihtiyaçları giderildiği halde elindekilerin bir gün kayıp gideceğine dair farkındalık mutluluğu yakıp kül etmeyecek midir? Ya da en nihayetinde öleceğini bilen birisinin, ölüme rağmen kaliteli vakit geçirmesi saçmalığı da nedir? Kafasını yastığa koymuş bir kanser hastasının huzursuzluğu mutluluğunu alaşağı etmeyecek midir?

Hiç şüphesiz bu soruların hepsine ilahi bir dokunuş gerekmektedir. Böylece mutluluğun kaynağı kesintiye uğramayacak, mutluluk ölümün ötesine bile taşınabilecektir. Hem modern psikolojinin ürettiği kırılgan insan da daha dayanıklı hale gelebilecektir. Çünkü ilahi dokunuşa mazhar olmuş bir insan azgın arzuları için iradeyi, sosyal görevleri için kaderi, ihtiyaçları için imkânı, anlam çabası için de imtihanı destekleyici kuvvet olarak görebilecektir. Böylece modern psikolojik yaklaşımların mutluluğu anlamada ve ulaşmada eksik bıraktığı boşlukları da doldurabilecektir. Esasında yaşadığı veya yaşayabileceği her duruma ilişkin “Allah (cc) görüyor” diyebilen birisi gerçek anlamda huzur ve mutluluğa erişebilecektir.