Gazze’ye Mart ayından bu yana hiçbir şekilde ulaş(tırıla)mayan yardımlar, açlıktan ölümlerin geldiği korkunç boyut ve Ebu Ubeyde’nin yüzümüze şamar, gönlümüze ağır bir daralma olarak inen beyanları içinde bulunduğumuz ezik, rezil ve zilletli halin pür-melalidir.
Böyle bir yazıyı kaleme almaktan haya ediyorum; fakat iman edenlere, Allah yolunda cihad edenlere ve Gazze’ye olan sevgim, sorumluluk duygusu ve dualarıma vird-i zeban olan “Ya Rabbi, beni başta Gazzeli olmak üzere tüm mazlumlara maddi ve manevi, bedeni ve ruhi destek olabilecek, imdat olabilecek ve el verebilecek zaman, zemin ve imkanla nasiplendir!” duası yazmak dahil bir şeyler, çok şeyler ve acil şeyler yapmam gerektiğini ortaya koyuyor.
Bu satırlar, yüzüm Allah’a dönük, kulağım Gazze’den gelecek güzel haberlere hasret ve kalbimin daraldıkça daraldığı bir halde yazıyorum. Her cümlenin içine çokça utanç, yürek yangını, pişmanlık, imkanı olduğu halde destek vermeyenlere öfke ve zalimlere lanet katarak yazıyorum.
Ey Ebu Ubeyde, Gazzeli her kişi ve açlıktan dolayı “Ya Nasır, Ya Kadir ve Ey Müslümanlar!” diye sitem ve umutla seslenenler her kelimeniz ve her bakışınız şimdiden bir mahşer meydanı gibi geliyor bana.
Ey Ebu Ubeyde! Gerçek mahşer meydanında “Korkaklığınız, bencilliğiniz, menfaatleriniz ve politik hesaplarınız uğruna yalnız bıraktığınız, vahşete teslim ettiğiniz, kıyamınızı beklerken kıyımımıza seyirci kaldığınız, sofralarınız üç öğün çeşit çeşit dolu iken açlığımıza sağır ve kör kesildiğiniz için hasmımız olacaksınız!” ilamınız bizi acaba nasıl ekilmiş ekin gibi kılacak?
Meğerse ahiret gününde amelllerimize şahit sadece el, ayak ve diğer uzuvlarımız değil; Gazze’den Şucaiyye’ye, Han Yunus’tan Yemen’e, Suriye’den Lübnan”a yükselen her çığlık, feryada dönüşen her inilti, oluk oluk akan kanlar ve açlıktan süzülen bedenler şahidimiz olacak.
Her şahitlik, kasım kasım kasılan yöneticilerden idarecilere, liderlerden öncülere, yazarlardan çizerlere, tüccarlardan memurlara, kadından erkeğe, gençten yaşlıya Allah katında aleyhte bir delil olacak!
Suskunluğumuz delil olacak,
Sustuklarımız ve susturduklarımız delil olacak,
Yapmadığımız boykot, vermediğimiz infak delil olacak,
“Asarız, keseriz, yanındayız ve seni asla teslim etmeyiz!” diye
Dimağ dimağ, meydan meydan yükselen protestolar,
Verilen ültimatomlar,
Hiçbir zaman cihad saflarına dönüşmeyen pratiksizlik
Ve reel olamama delil olacak,
Paylaşmadığımız hakikat,
Etmediğmiz dua,
Yazmadığımız irade delil olacak,
Kesmediğmiz ticaret,
Yargılamadığımız çift pasaportlu siyonist alçaklık delil olacak,
Kapat(a)madığımız askeri ve istihbari üsler,
Kıçına tekme vur(a)madığımız katil elçiler delil olacak...
O gün aşağıdaki sorular “Telafisi mümkün olmayan birer eyvahımız, pişmanlığımız, yüz karalığımız ve azaba düçar boyunduruğumuz olacak!”
Hani kimseye yakıştırmadığınız Müslümanlık?
Hani mangalda kül bırakmayan erkekliğiniz?
Hani, türkülere bile beste olmuş kardeşliğiniz?
Hani atalardan kendinize paye çıkardığınız hamaset?
Hani ‘Nerede mazlum varsa biz hamisiyiz!’ haykırışlarınız?
Hani ümmete, İslam alemine abilik ve liderlik iddianız?
Hani peygamber ocağı diye övündüğünüz Mehmetçikler?
Hani güç, silah, ‘Dünya beşten büyüktür!’, İHA ve SİHA?
Hani insanlık,
Hani gerçekler,
Hani iktidarınız,
Hani dayandıklarınız,
Hani ırkınız,
Hani mezhebiniz,
Hani vicdanınız,
Hani siz ve onlar,
Hani…….
Gazze’nin ve Gazzelilerin geldiği noktayı görünce daha iyi anladım:
Kerbela’da evlad-ı Resul nasıl ve niye sussuz bırakıldı?
O nazenin bedeni ve ehl-i beytten 72 canla birlikte niçin kılıçlarla doğrandı?
Eğer olsaydı Müslüman liderler ve halklar kıyamda
Siyonist alçaklık, Gazze’de olabilir miydi kıyımda?