Müellefe-i Kulub’un yönetimindeki İslam âlemi

Abone Ol

Müellefe-i Kulub, Hz. Peygamber(a) dönemindeki mücadele ve cihadın bir parçası olarak 'hak etmedikleri halde, kendilerine genelde maddi, kimi zaman da manevi imkan ve payeler verilen güruhun adıdır.' Verilen tüm imkanlar; hak etmekten ziyade kalpleri İslam`a ısınsın diye kendilerine verilmiş. Çağdaş anlamda belki bir nevi 'ikna odaları' işlemi denebilir. Bunların, hakim sınıf olmamalarına da dikkat edilmiştir.

Malum, Mekke döneminde 'müşrik' ve 'mü`min' diye ikiye ayrılan şehir devleti toplumu; İslam`ın devletleştiği Medine döneminde bunlara ilaveten 'münafık' tipiyle de tanıştı. İslam`ın muzaffer döneminde Hz.Ömer(r), '…İslam artık güçlendi; dileyen mü`min, dileyen kafir olur' diyerek Müellefe-i Kulub`a verilen zekatları keser ve böylece zekat konulu Tevbe Suresi`nin 60. ayetinin de farklı bir uygulanması başlamış olur. Bu sınıf, Ebu Süfyan ailesi başta olmak üzere yaklaşık 30 kişiden oluşmaktaydı. Hz Ömer döneminin sonuna kadar da bu gruba idarî vazife verilmemiş, bunlara karşı hep temkinli olunmuştur. Bunların tam listesi, siyer ve meğazi kitaplarında mevcuttur. Günümüz İslam alemindeki idarecilerin ekseri de işte bunlar gibi veya itikadı yönü dahi tartışmalı olan tiplerdir denebilir. Asıl konumuza geçelim.

İslam aleminde Raşid Halife devri hariç tutulursa; cumhurun konuşabilmesi, meşrutî yönetimlerin oluşumu ve nihayet Cumhuriyet sistemlerinin kurulması 19.yüzyılın sonlarında başlar. Emevi, Abbasi, Selçuklu ve Osmanlı`da hilafet makamı, saltanata tebdil edilmişti. Kimi adil sultanların gelmiş olması; Hilal-Haç mücadelesinde destanların yazılması gibi müspet gelişmeler, İslam aleminde siyasî-idarî zemindeki bu gayrimeşruluğu değiştiremez ve de aklayamaz. Çünkü Peygamber (a) ve Raşid Halifeler devrindeki uygulama, saltanat değil hilafetti. Bu da cumhurun konuşması ve cumhurî yönetim demekti.

20.yüzyıl ile başlayan istila ve bunlara karşı gelişen milli mücadeleler sonrası oluşan devlet ve devletçiklerin hemen tüm idarecileri; kendilerini dünya seküler güçlerine karşı koruyacak kabiliyette olmadıklarından, her biri, bir ecnebi güce dayanma zorunluluğu hissetmiştir. Yeni rejimlerin milli değil, halka rağmen kurulan yapılanmalar olmaları da dış destek ve güveni zorunlu hale getirmekteydi. 'meydan muharebelerindeki tekbir sedaları; –düşman kovulduktan sonra- kurtarılmış başkentlerdeki(!) 'kokteyl, orkestra, bale' sesleri arasında kaybolmaktaydı. Yani emektar yerliler; çağdaş kızıl ve özellikle de beyaz kellecilerle karşı karşıya kalmış ve tamamen korumasız idiler hem de öz yurtlarında!

Kurtuluş denilen olgu, meğer bahşedilen kontrollü hürriyetmiş. Müellefe-i Kulub, eskiden küfür ve şirk`ten İslama; bu kez ise İslam`dan küfre doğru işliyordu. Batı`nın yerli işbirlikçileri, Müslüman halkların 'te`dibi' için ikna odaları kurmuştu. Şam, Riyad, Kahire gibi merkezlerde devlet yönetme, hatta bu devletin idari birimlerine gelmenin şartları külliyen değişmişti. Şartlar arasında tevbe-i nasuh ile seküler yasalara 'şeref ve namus üzerine' yemin de vardı. Bu meyanda caize ve culusiyeler dağıtıldı. İşte halk ile yönetenler; devlet ile din gibi unsurlar da böylece ayrıştı, yabancılaştı.

Bu gün, Batı tarafından bin bir hile ve desise ile İslam alemine sunulan demokrasi dahil tüm iksirlerin krize girdiği, artık çareler üretemediği anları yaşıyoruz hem de yönetimlerin en zirvelerinde. Dünün İslam`a ve medeniyete karşı kalpleri yumuşasın diye ödüllendirilen, itikadî telkin yapılan hasta yürekleri; bugün İslam ülkelerini idare edememekte ve büyük dünya güçlerinin suskunluklarına bakarak kendi velinimeti olan halklarını en ağır cezalarla kırıp geçmektedirler. Mısır`da idam, Suriye`de katliam, Suud`da ihanet… dışında bir şey üretememektedirler. Büyük değişimlerin yaşandığı ülkemizdeki halkın reyi (sandık)`ın, Hakk`ın dışında yorumlanmak istenmesi; kızıl, beyaz, yatay, dikey ve paralel koalisyonlarla kurban edilmek istenmesi fikri de yerli olmadığı gibi masum da değildir.

Kim ne derse desin avam denilen asıl çoğunluk ve milyonlar her şeyin farkında. İslam ülkelerindeki halklar; sürü kültürünü terk edeli artık on yıllar oldu. Ey insanlık onurunu esas alanlar 'Üzülmeyin gevşemeyin, inanıyorsanız, muhakkak üstün gelecek sizlersiniz.' Unutmayalım; halkın gücü, Hakk`ın gücüdür. İslam alemi, Dünya Savaşları`ndan sonra, zor şartlarda direnmiş, yıkılmamış; zorlu müsabakaların son raunduna gelmiş; rakip(işgalciler) ise yediği sağ-sol kroşelerle nakavt olmak üzeredir. Kimse endişelenmesin; Hakk`ın iktidarındaki halk, onların da güvencesi olacaktır. Hiç kimse zulüm ve adaletsizlik görmeyecektir. Müellefe-i Kulub Müessesesi hasta kalplere şifa için yine işletilir. Selam ve dua ile.