Türkiye acayip bir ülke. Her gelen felaket, göz göre göre gelir. Herkes, “geliyor gelmekte olan” der ama başta yetkililer olmak üzere kimse önleyici tedbirler almak için çaba göstermez. Bu anlayış, Türkiye’nin özetidir adeta.
Herkes her şeyi bilir ama konu tedbir almaya gelince herkesin eli kolu bağlanır. Ta ki; felaketler kapıyı çalana dek. Selde de böyledir, depremde de ekonomik krizde de…
Şu anda yaşanan ekonomik kriz birdenbire oluşan bir kriz değildir. Tam aksine bağıra bağıra hatta göstere göstere geldi.
Paranın alım gücü erirken, döviz kuru tavan yaparken ya da emekliler yavaş yavaş yoksulluğun dibine itilirken hiçbir tedbir almayan yetkililer şimdi krizi aşmak için tasarruf çağrısı yapıyorlar.
Bu yaşıma kadar gördüm ki; ne zaman kamu kurumları tasarruf etsin denilecek olursa hemen akla makam arabaları geliyor.
Bu konu gündeme gelince de kamu kurum ve kuruluşlarının ve bürokratların araba sayıları ve markaları ortalığa saçılıyor.
Bu klasik bir kısır döngüdür. Önce alınır ya da fahiş fiyata kiralanır. Sonra de kriz gelince araçlar ya geri verilir ya da satışa çıkarılır. Göstermelik de olsa bazı araçlar elden çıkarılır ve birazcık rahatlama oluşunca da başa dönülüp daha yeni ve lüks araçlar satın alınır.
Bu kısır döngü, tasarrufu değil tam aksine israfı doğurur. Çünkü satılan ya da elden çıkarılan araçların yerine bir müddet sonra daha üst modeller satın alınır ya da kiralanır.
Makam otomobili denen derin bir nimet var ve bu nimetten faydalananların profili her geçen gün daha da düşerken araçların marka ve modelleri ters orantılı olarak yükseliyor.
Bu konuda bir ölçü ya da sınırlama yok galiba. Neredeyse amir müdür olarak tanımlanan her makamın her şahsın devlet tarafından finanse edilen makam araçları var.
İşte bu noktada kimse bu işin bir krize dönüşeceğini hesaplamıyor. Ne bu dünyayı hesaplıyorlar ne de ahiret hesabını.
En küçük ilçelerin başkanları, sıradan kamu kurumlarının yetkilileri bile lüks araba konusunda birbirleriyle yarışıyorlar. İnanın bu sadece Türkiye’de böyle.
125 bin nüfuslu bir Avrupa şehrinde yaşıyorum. Şehrin belediye başkanı yıllardan beridir aynı kişi. Şehrin başkanıyla zaman zaman şehir içi otobüsünde karşılaşıyorum. Başkan, Türkiye’deki karşılığıyla burada hem belediye başkanı hem de Vali konumunda.
Bu başkan sabah akşam iki otobüsle evine ve işine gidiyor. Makam arabası yok, lojmanı yok…
Türkiye’deki bir belde belediye başkanı bile lüks araçlarla dolaşıyor. Varın durumu siz kıyaslayın….
Türkiye sade yaşamayı öğrenmelidir. Devlet çok ‘Çakarlı’ siyah araçların, konvoyların ‘İtibar’ olmadığını tam aksine israf olduğunu anlamalıdır. Devlet erkanı, milletin sırtından inmesini kriz gelmeden de bilmelidir. Tedbirler, iş kriz aşamasına gelmeden alınarak israftan sakınılmalıdır ki; ekonomik kriz gelmesin.
Aslında bir de burada bir tür kurnazlık söz konusu. Sanki tek israf kalemi arabalarmış gibi gösterilerek diğer israf alanları gözden kaçırılıyor.
Devlet sıkmaya önce kendi kemerinden başlamalıdır. Ama bu, öyle dönemsel ya da göstermelik olmamalıdır.