Bugün; son dönemlerde de yaşandığı gibi uğruna büyük bir direnişin sergilendiği, nice canların feda olduğu ve tarihte nadir görülebilecek vahşet ve katliamların yaşandığı Kudüs’ün Selahaddin Eyyubi tarafından 2 Ekim 1187 tarihindeki fethinin 837. yıldönümüdür. Büyük acılar ve mücadeleler sonrasında Selahaddin Eyyubi’nin çokça sabır isteyen stratejik adımları ile gerçekleşen fetihten 730 yıl sonra 1917’de İngilizlerin, 1948’de ise siyonistlerin işgaline uğrayan Kudüs, maalesef o günden bu yana halen işgal altında ve halen büyük yıkımlar ve soykırımlara maruz kalmaktadır.
Kudüs; Resul-i Zişan’ın miraç noktası, yani yükseliş ve yücelmenin mekânı… Kutsal ve değer yüklü bu mekân, nice iman ehlini değerli ve şerefli kılarken, nicelerinin de zelil karakterlerini ortaya koymaktadır.
Bazı değerler vardır, tavize tahammülü olmayan ve kaybedilmesi çok ağır sonuçlar doğuran... Bu değerler uğruna verilen mücadele ile hayat anlam ve değer kazanır. Zillet altında yaşamaya alışanlar, bu izzetli direnişi anlamakta aciz kalırlar. Bu yolda direnenlerin bitmek bilmeyen mücadele aşklarını bilemezler. Bu davayı kutsal bir mücadele olarak görenler hasbi davranırken, reel politik düzlemde çıkar ve menfaatler ekseninde değerlendirenler ise hesabi hareket etmektedirler. Ancak zaman akıyor ve gerektiği zaman gerektiği gibi desteği vermekten kaçınanlar, Taif halkı gibi fırsatı kaçırır ve bedbaht olarak izzetten mahrum kalırlar.
Kudüs; tarih boyunca Yahudi, Hristiyan ve Müslümanların sahip olmak için mücadele verdikleri bir merkez olmuştur. Dolayısıyla verilen kavga ve savaşların çoğu da bu bölgede cereyan etmiştir. Bir zamanlar bir Çeçen mücahidinin Kudüs şuurunu “Bedenimiz burada ama gönlümüz Kudüs’te” sözleri ile ifade edişi, yine Irak’ın işgali sürecinde ABD’ye karşı direnen bir mücahidin kardeşleriyle birlikte verdiği mücadeleyi Filistin davasının zeminine oturtması, bu davanın yaşadığımız birçok olayla bağlantılı olduğunu ve yaşanan birçok olayın aslında Kudüs’ten bağımsız olmadığını göstermektedir.
Gazeteci-Yazar Ahmet VAROL “Filistin Davasının İslami Temelleri” adlı kitabında bu konu ile ilgili şu ifadeleri kullanmaktadır: “Filistin (Kudüs) meselesi geniş bir platformda ve çok boyutlu bir şekilde incelendiğinde, bu meselenin günümüzde yaşanan pek çok meseleyle doğrudan veya dolaylı bir bağlantısının olduğu görülür. Filistin cihadı, çağımız Müslümanlarının başlıca davalarındandır. Mescid-i Aksa toprakları ve Filistin’in tam manasıyla istiklali sağlanmadan, Ümmeti Muhammed’in dünya üzerinde hiçbir önemli etkinliği olmayacaktır. İşte bu gerçek karşısında ‘ben Müslümanım’ diyen herkesin Filistin cihadına malıyla, canıyla, eliyle, diliyle ve kalbiyle iştirak etmesi lazımdır.”
Evet, bugün tam da bunun sonuçları yaşanmaktadır. İşgalciler her geçen gün katliamlarına yenisini eklerken, Gazze sonrasında Beyrut’ta da yeni katliamlar gerçekleştirip işgale doğru ilerlerken ve dahası Arz-ı Mev’ud hayallerinin artık ciddi anlamda adımlarını atarken, İslam ümmetinin başında olanların aciz hali, Kudüs şuuruna sahip iman ehlini kahretmektedir.
İşgalciler hiçbir sınır ve kırmızıçizgi tanımadan ilerlerken, ümmetin idarecileri acizlik prangası ve sessizlik girdabında dünya hayatı ile oyalanadursunlar. Ama bilsinler ki, bugün bu işgalcileri durdurmak için adım atmayanlara bu dünya yâr olmayacak, tüm izzet ve şereflerini kaybettikten sonra onlar da aynı akıbeti boylayacaklardır. Tarih boyunca Hak davaya ihanet eden nice hainlerin akıbetleri, bunun en büyük ispatıdır. Öyleyse şerefli bir ölüm, zelil bir hayattan daha evla değil midir?