Bazen aldığınız bir haber sizi derinden üzer... Hele de duyduğunuz haber bir tanıdıktan geliyorsa...
Geçenlerde bir haber duydum çok etkilendim ve üzüldüm. Genç bir çift sorun yaşıyorlar. Kadın küsüp ailesine sığınıyor, erkek uyuşturucu müptelası olmuş. Çift düzeleceğine söz vererek tekrar bir araya geliyorlar. Ama günün sonunda kadın boğazı kesilmek ve bıçaklanmak suretiyle hayatını kaybediyor!!!
Alın size bir aile faciası daha!
Hani aile en güçlü kaleydi? Her türlü kötülükten korurdu? Dediğinizi duyar gibiyim.
Elbette aile en güçlü kale, en güvenilir liman ve her türlü kötülükten koruyan sığınaktır. Ama buna müsaade etmiyorlar ki. Uyuşturucunun çok kolay ulaşılabilir olması, gençlerin kendilerini bu illetten koruyamaması, uyuşturucuyla mücadelede manevi yönden bir programın olmaması, güvenlik güçlerinin uyuşturucuyu topluma yayan, uyuşturucuyu piyasaya süren baronlarla mücadelede yetersiz kalması, sadece torbacı dediğimiz sokak satıcılarıyla mücadele etmekle yetinmesi… Bu durum bataklığı kurutmadan sivrisineklerle uğraşmak gibi bir vaziyet almakta…
Sinema, sanat, kültür, müzik, tiyatro ve dizilerde evlilik ve yuva kurmanın yanlış, birlikte yaşama, flört ve zinanın doğru olduğu şeklinde ifsada yönelik yönlendirmelerin yapılmasıyla aile kurumunun temeline dinamit yerleştiriliyor. Bunlarla birlikte eğitim sistemimizde değerler eğitiminin verilmemesi, kutsal olan aile kurumunun itibarsızlaştırılmasına yönelik feminist derneklerin faaliyetleri de cabası…
Cennetin, huzurun, mutluluğun, paylaşmanın, dertleşmenin, psikolojik ve ruhsal rahatlamanın kaynağı olan aile kurumu, yapılan itibar suikastlarından dolayı, huzursuzluğun ve mutsuzluğun kaynağına dönüştürülmek isteniyor.
Şer odaklarının her türlü oyunu oynadıkları ailede sonuç belli, her gün gürültü, patırtı. Eşlerin evde birbirinin rakibi hâline gelmesi, ailede huzur ve birlikteliğe vurulan darbe!
Bugün aile hukukumuz temelde Batıyı esas alıyor…. Değerlerimizden uzak, sosyolojimize yabancı Batı’nın işe yaramayan aile hukukunu alarak adaleti ve huzuru sağlamaya çalışıyoruz. Oysa batı taklitçisi kanunlar, aile kurumumuzu etkisiz ve tesirsiz bir hâle getirdi.
Bütün bu olumsuzluklara rağmen aile kurumumuzu ayakta tutan şey atalarımızın bizlere bıraktığı aile hukuku, değerleri, örf ve adetleridir.
Ecdadımızın bizlere bıraktığı miras ile aile kurumumuzu ayakta tutmaya çalışan bizler geleceğimiz olan evlatlarımıza nasıl bir ortam bırakıyoruz? Biz bizden öncekilerin bıraktıkları kırıntılar ile beslenirken bizden sonrakilere ne bırakıyoruz?
Halife Harun Reşit bir gün tebdil-i kıyafetle dolaşırken bahçesine hurma ağacı eken bir ihtiyar görüyor. Selam verip ihtiyara soruyor ne yapıyorsun diye. Yaşlı adam; hurma fidanı dikiyorum.
Harun Reşit; diktiğin bu fidan ne kadar sürede büyür ve meyve verir?
İhtiyar; kim bilir belki on, belki de yirmi yıl sonra meyve verir. Harun Reşit; peki ağaçların meyve verdiklerini görebilecek misin? diye sorar.
İhtiyar; bu yaşlı halimle belki göremem ama bizden öncekilerin diktikleri ağaçların meyvelerini biz yiyoruz, bizden sonrakilere de bu fidanları dikmek boynumuzun borcu der.
Bu sözler Halife Harun Reşit’in çok hoşuna gider. İhtiyara bir kese altın verir. Bir kese altını alan ihtiyar “bakın diktiğim ağaçlar hemen meyve verdi bile” der.
Bizler de atalarımızın ekmiş oldukları manevî tohumlarla beslenerek aile huzurunu yakalıyor ve ayakta kalıyoruz. Bize bırakılan bir gelecek vardı, biz onu yaşarken bizden sonraki nesiller neyi yaşayacak?
Biz gelecek nesillere ne bırakıyoruz? Bunu hiç düşündük mü?