Tarihte doğup gelişen ve sonra ortadan göçüp giden her düşünce ve hareketi doğuran belli sebepler vardır. Bir düşünce ve aksiyon, uygun ortamını bulamadan var olamaz ve belli yasalara tâbi olmadan varlığını devam ettiremez. Peygamberlerin hepsi insanlığın bir kurtarıcıya ihtiyaç duydukları bir zaman ve zeminde gönderilmişlerdir. Peygamberlerin ilettikleri ilâhî vahiy hakikati, sonraki dönemlerde ehliyetsiz ellerde tahrife uğrayınca, doğan boşluğu başka şeyler doldurmuştur. Yani tarla bakıcısız kalınca, veya bakıcılar görevini ihmal edip başka işlerle uğraşınca, her tarafı dikenler sardığı gibi, hak ve kakikatı ayakta tutacak doğru kişiler kalmayınca, veya bunlar yetersiz kalınca etrafı her türden şer ve fesat kaplar. Beyaz siyah, siyah beyaz sayılır. Zulüm adalet, adalet de zulüm görülür.
Son ilâhi vahiy Kur`an indirilmeden önce, Hz İsa`ya (as) indirilen ilâhî vahyin hakikati karanlığa bürünmüştü. Hakikat dininin Peygamberi Hz İsa`nın şahsı etrafında oluşturulan ilâhlaştırma senaryosu Kilise`nin eliyle hazırlanıp sahneye kondu. Kilise mal mülk, servet ve güç peşinde koştu. Siyasi iktidarları denetleyip onlara hükmetmeya başladı.Vaftiz`den engizisyona ve afaroza kadar bir sürü akla mantığa mugayir uygulamalara karşı zamanla tepkiler oluştu.
Protestanlık ve diğer bazı siyasi hareket ve oluşumlar, kiliseyi zayıflattı ve uzun bir mücadele süreci kilise`nin aleyhine sonuçlandı.Tabiri caiz ise kilise emekliye ayrılmış bir kurum haline düştü. Yetkileri elinden alınmış bu eski kurum aynı zamanda temsil ettiği ruhani, manevi değerlere karşı bir güvensizliğin, nefretin doğmasına da sebep oldu. Dini inançlara ve değerlere karşı doğmuş olan hareket ve düşüncelerin hemen hepsinin avrupa kökenli olmasında en büyük sorumluluk kilise`nin akıll ve izandan uzak bu uygulamalarıdır denilebilir.
Roma`nın ikiye bölünmesinden sonra Batı Roma`da Katoliklik, doğu Roma`da ise Ortodoksluk hakim oldu. Batı Roma`da Papalık siyasi otoritenin üstünde bir konum edindi. Dolayısıyla Kilise`ye bağlı bir devlet yapısı ortaya çıktı. Bunun diğer adı Teokrasi`dir. Doğu Roma(Bizans) da ise, dini hiyerarşi tamamen siyasî-dünyevî otoritenin egemenliğine girdi. Bu da devlete bağlı bir din şeklini doğurdu.
Katolik kilisesi, Allah adına din ve dünya işlerini yürütmekle görevli tek meşru kurum olarak kendisini görüyordu. Teokrasi; hakimiyeti kilisenin iradesine bırakan yönetim biçimidir. Teokrasi, Petrus ve Pavlos gibi havarilerin sözlerine dayanır. Buna gore kilise yeryüzünde ilâhi hükümranlığın temsilcisidir.Tanrı`nın iki kılıcı vardır ve bu her iki kılıç da papa`ya verilmiştir.
Kilise burjuvaziye karşı feodalitenin yanında yer aldı. Almanya`da reformasyon, Fransa`da ise 1789 ihtilali ile kiliseye ağır darbeler vuruldu. Bundan önce 1517`de Katolik ilahiyatçı Martin Luther tarafından başlatılan reform hareketinin asıl amacı kiliseyi otoritesinden mahrum bırakmaktı. Papa`nın hiçbir dünyevi yetkiye sahip olmaması isteniyordu.
Güçlenen burjuvazi kapitalizmi tetikledi. 1789 ihtilali ile Monarşi, Aristokrasi ve Kilise`ye karşı kesin başarı sağlandı. Fransa`da doğan bazı hareketler dinin ömrünü tamamladığını ve artık dine bir ihtiyaç duyulmayacağını söylüyordu. Avrupa`da kilise ile muhaliflerinin mücadelesi laiklik ilkesinin kabulü ile sona erdi.
Laiklik Türkçe`ye Fransızca ‘laicite`sözcüğünden geçmiştir. Bu sözcük ‘din adamı olmayan kimse; din adamı dışında kalan halk` anlamına gelen Latince ‘laicus` sözcüğünden gelmektedir. Osmanlılar bunu ‘ladini` sözcüğüyle ifade etmişlerdir. Laiklik, devlet yönetiminde herhangi bir din`in referans alınmamasını ve devletin dinler karşısında tarafsız olmasını savunan bir düşüncedir. Yine laiklik din alanı ile dünya ve kamu işleri alanının birbirinden ayrılmalarını, birbirlerine karışmamaları anlamına gelir.
Laiklik prensibi doğduğu Avrupa coğrafyasının her tarafında tek bir şekilde uygulanmamıştır. Değişik farklı anlayış ve uygulamalar söz konusudur. Dün böyle olduğu gibi bugün de durum aynıdır. Örneğin, bir Fransa`daki laiklik anlayışı ve uygulaması, Alman`ya veya İngiltere`dekinden çok farklıdır.Türkiye`deki uygulama daha da değişik olmuştur. Türkiye`deki laiklik uygulaması büyük oranda Fransa`daki uygulamanın kopyası, hatta daha radilalidir ki, buna ‘militan laiklik` deniliyor.
Sonuç olarak laiklik, evrensel değil, belli tarihi şartların doğurduğu bir olgudur. Din`in kamu alanına müdahalesini engelleyen laikliğin, uygulanan değişik çeşitleriyle neyi ifade ettiği, İslamî açıdan nasıl görülmesi gerektiği konusunu da bir başka yazımızda ele almak umuduyla Allah`a emanet olun.