Din Arapça ‘d y n` kökünden türeyen bir isimdir. Arap dilinde bu kelimenin çok geniş anlamları vardır. Aynı zamanda zıt anlamlı kelimelerden biridir. Sözlükte; ‘ceza/ mükafat, âdet/durum, itaat/isyan, hesap, ibadet, takva, vera, yasa,borç ve siyaset gibi anlamlara gelir Terim anlamı ise: Allah tarafından peygamberler aracılığıyla insanlara bildirilen, dünyada ve ahrette insanları mutluluğa ulaştıracak hayat şekli, itikadi ve ameli bir nizamdır.
Diğer bir tanım da şöyledir: İslam, akıl sahibi insanları kendi tercihleriyle bizzat hayırlı olan şeylere götüren ilâhi bir yasadır.
Dinler bazı yönlerden birbirinden farklılıklar gösterseler de genel ahlâki çerçevede bir birlerine yakındırlar. İnsanı mutlu etme, kötülüklerden koruma esası bütün dinlerde mevcuttur. Dinler arasındaki farklılıklar, daha çok inanç esaslarında ve her dinin kendi maksatlarını gerçekleştirme usulleri noktasında ortaya çıkar.
Dinlerin tasnifi konusunda ana hatlarıyla ‘vahye dayalı hak dinler` ile ‘batıl dinler` tasnifi yaygın olarak kabul edilir. Batıl veya bir esasa dayanmadıkları kabul edilen dinlerin de tarihin bir döneminde hak dinden kopmalar yolu ile ortaya çıkma ihtimali fazla olmakla beraber, hak dine karşı bir tepki olarak ortaya çıkmış olan dinler de vardır.
İlâhi vahye dayalı, diğer adıyla semavî dinler (Musevilik, İsevilik ve Müslümanlık) da zamanla değişimlere uğramışlardır. Peygamberlerin vefatlarından sonra meydana gelen bu değişimlerin bazısı dinin orijinalitesini bozacak seviyelere ulaşmıştır. Hıristiyanlık ve Yahudilikte oluşmuş değişimler bu kategoriye dahildir. Musa ve İsa peygamberlerin vefatlarından sonra dine katılan ve dinin özü sayılan tevhidi zedeleyen bazı inanç ve uygulamalar ‘tahrif` olarak görülmüştür.
İslam`a gelince, İslam, her şeyden önce yeni bir din değildir. İslam ilk insan ve ilk peygamber Hz. Adem`den sonra gelmiş bütün peygamberlerin dinidir. Hz Peygamber(as) kendisini yeni bir dinin kurucusu olarak tanıtmamıştır. Kur`an , Hz. Peygamber`in diğer peygamberler gibi bir peygamber olduğunu söyler. Dolayısıyla İslam`ı bir zaman veya peygamberle sınırlı tutmak doğru değildir. Hz.Adem (as) bu dinin ilk, Hz. Muhammed (as) ise son peygamberidir. Bu dinin son kitabı Kur`an korunmuştur; herhangi bir insan eli ona ilişememiştir.
Değişim ilâhi bir emir ve kaderdir. Antik dönemin meşhur filozofu Heraklitos bunu ‘Aynı nehirde iki defa yıkanılmaz` şeklinde ifade etmiştir. Dindeki meşru ve makul değişim, uygulamalar (şeriat) ve hükümler alanında ancak olur. Dinin aslı sayılan alanda değişim olamaz, olmamalıdır. Bütün peygamberler inanç ve ahlâkî değerler konusunda aynı şeyleri söylemişler, ancak toplumsal yaşamı ilgilendiren alanda bazı farklılıkların olduğu bir gerçektir. İslam alimleri, bu doğal değişimi‘tecdit`, ‘içtihat`,`zamanın değişmesi ile hükmün değişmesi` gibi kavramlarla karşılamışlardır. Değişimin dinin aslı ve ahlâki kurallarında olması ise bir tecdit, yenilenme değil, tahrif, ifsat ve sapmadır.
İnsan elinin değdiği her şey değişir. Bu değişim genellikle ifsat ve bozulma yönünde gerçekleşir. Bilim ve teknolojinin icatları ile tabii hayata yapılan müdahalelerin ne sonuçlar doğurduğunu görüyoruz. İnsanoğlu ilâhi emir ve yasakları da kendi çıkarı ve menfaati hesabına değiştirmiştir. Dinler tarihinde gördüğümüz bir çok inanç, mezhep ve tarikat, insan müdahalesinin izlerini taşırlar. Özellikle örgütlü yapılar, dini inancın gücünden yararlanmak amacıyla onu kontrollerine almak için çaba gösterirler. Tarihe baktığımızda her türlü siyasi, ekonomik, milli çıkarları için dini kullanmış şahıs, kurum ve devletlerin olduğunu görürüz. Hz Musa`nın tebliğ ettiği hak din, İsrail oğulları sülalesinin milli bir dini haline getirildi. Hz İsa peygamberin ilettiği gerçek din, İsa`nın kendi şahsı etrafında efsaneler uydurarak geniş bir mülk ve iktidar kuran kilise tarafından tahrife uğradı. İnsanlık, değişime uğratılmış siyasi ve ekonomik hedeflerin aracı kılınmış bu uyduruk dinlerden çok çekmiştir. Değişime uğramış bir din aynen bozulmuş bir gıda gibidir. İnsana hayat veren gıda, bozulunca insanı öldüren bir zehire döner. Ortaçağ boyunca insanlık hak çizgiden ayrılan ve Hıristiyanlık adını alan dinden çok çekti ve onun baskı ve zulmünden kurtulmak için büyük mücadeleler verdi.
Hak dini tahrif edip değiştiren Katolik kilisesi, dayattığı doğmalarıyla ortaçağ Avrupa`sında adeta terör estiriyordu. Kilise, kralları azledip görevlerine son veriyor, dogmalarına aykırı fikirler ortaya atan düşünürleri engizisyon mahkemelerinde şiddetli cezalara çarptırıyor, istemediği kişileri de aforoz adıyla dinden çıkarıyordu. Kilisenin bu yanlış tavır ve uygulamaları tepki olarak dini kısmen veya tümden reddeden sapık anlayışlar ortaya çıkarmıştır. Deizm, ateizm ve laiklik, Hıristiyanlığa tepki olarak ortaya çıkmış akımların başında gelir.
Deizm,Tanrının var olduğunu ama dünyaya müdahale etmediği düşüncesini savunur.Soyut bir tanrı fikrini savunan deizm ilâhî vahyi,peygamberliği ve ahreti reddeder.
Ateizm, tanrıyı reddeden anlayışın adıdır. Bunun İslami literatürdeki karşılığı ‘ilhat` tır.İlk dönemlerde hemen hiç rastlanmayan ateizmin son iki asırda belli bir seviyeye ulaştığını kaydetmek lazım.İnsanların kendilerini bir dine ve inanca ait görmeyip bunu reddetmelerinin değişik sosyal ve psikolojik nedenlere dayandığı bir gerçektir.İleri yazılarımızda bu konuya da değinmeye çalışacağız.
Laiklik konusunda ise söylenecek çok şey var. Din`in kapsam alanını işgal eden bu akım, önce Avrupa`da daha sonraları da hemen bütün dünyada etkinlik oluşturmuştur. Laikliğin niçin ortaya çıktığı, ne olduğu ve İslam`ın laikliğe bakış açısının nasıl olduğu konularını önümüzdeki yazılarımızda ele almak umuduyla Allah`a emanet olun.