Selahaddin Yıldırım

Suriye için bari dua edelim

16.03.2012 14:54:00 / Selahaddin Yıldırım

İnsanlık tarihinde nice acı ve keder dolu olaylar yaşanmıştır. Adem`in ilk çocukları Habil ve Kabil arasındaki öldürme vakasıyla başlayan zulüm ve kan akıtma süreci inkitaa uğramadan günümüze dek devam etti ve (imtihan sırrı gereğince) dünyanın sonuna kadar da sürecektir. Savaşların olmadığı acısız, kedersiz bir hayat hayal edilse de böyle bir dünya oluşturmak mümkün olmayacaktır. Zalimler zulüm etmeye bugün olduğu gibi yarın da devam edeceklerdir. İbret alınmadığı için genel olarak tarih tekerrürden ibaret kalmaktadır.

Batı medeniyetinin insanlığa kumanda etmesiyle beraber yaşanan insanlık dramları modern çağın sadece alnında kara bir leke oluşturmakla kalmamış, bu çağın bütün bir yüzünü simsiyah hale getirecek derecede karartmıştır. İnsanlık yeryüzünde yaşamaya başlayalıdan beri hiçbir dönemde modern çağdaki kadar zulme ve haksızlığa şahit olmamıştır. Talan edilen Amerika ve Afrika kıtaları... Toplu katliamlarla yok edilen yerli halklar ve köleleştirilen siyah insanın dramı. İcat edilen vahşi silah sanayinin yaşaması uğruna insanlığın akıtılan kanları... Güçlülerin çıkarları adına üstü örtülen, görmezden ve duymazdan gelinen katliamlar... Paranın ve şahsi çıkarların putlaştırıldığı, yegâne ölçü ve değer kabul edildiği, insaniyetin, merhamet ve sevgi kaynaklarının kuruduğu bir çağ. Dünyamız, modern putperestliğin yeryüzünü puthaneye çevirmesi nedeniyle nefes alınamaz ölçüde kirlenmiştir.

İnsanlık dün Bosna Hersek, Irak, Afganistan ve Gazze`ye kayıtsız kaldığı gibi bugün de Suriye`de yaşanan drama seyirci kalmayı sürdürüyor. Bir yıldan beri diktatör rejimin kurduğu ölüm makinesi dur durak tanımadan katliamlarına devam ediyor. Ekranlara yansıyabilmiş dehşetengiz manzaralar karşısında duyarsız kalan insanlık vicdanını daha ne kadar kan ve masumun ölümü harekete geçirecek acaba?

Bu haftanın başında direnişin sürdüğü tüm bölgelerden, özellikle Humus`tan gelen görüntü ve haberler gerçekten tüyler ürperticiydi. Harabeye dönmüş mahalleler, toplu halde katledilmiş kadın ve çocuklar, yaşanan tecavüzler Srebrenitsa trajedisini hatırlatan türden manzaralar. Aylardır yaşanan elektrik, su ve temel gıda maddeleri ile ilaç sıkıntısı da yaşananlara eklendiğinde, göğsünde kalp taşıyan bir insanın bu manzara karşısında feryat etmemesi nasıl izah edilebilir? Sahi her türlü insani duygunun evi olan gönüllerimizi bir yoklasak mı, hala yerinde duruyor mu acaba?

Avrupa, Amerika ve diğer dünya devlet ve toplumlarını bir yana bırakalım; yaşanan bu olaylara karşı Arap ve İslam dünyası ile bu ülkelerin halkları olan bizler ne tepki gösterebildik? Oturduğumuz sıcacık mekânlarımızda uzandığımız koltuktan olup bitenin görüntü ve haberlerini izlerken neler hissettik? Müslüman olarak yanı başımızda cereyan eden bu vahşi zulme karşı fert ve toplum olarak yapabileceklerimizin kaçta kaçını yaptık? Sivil insiyatiflerin belirleyici rol oynadığı bir dünyada Suriye`deki masum ve korumasız kardeşlerimizin korunması için ne tedbirler alabildik? Aslında kendi kendimize sormamız gereken daha nice sorular var, ama bu soruların hiç birine olumlu bir cevap verecek bir durumumuz yok malesef.

Uluslararası alanda Çin ve Rus desteğinden cesaret alan cani rejim gemi azıya almış görünüyor. Katil diktatör Beşşar,  Hüsnü Mübarek, Kaddafi ve diğer devrilip giden diktatörlerden ders almış görünmüyor. Sırtını dayadığı Rusya`nın Saddam ve Kaddafi`yi nasıl sattığını unutmuş gibi. Çin ve Rusya`nın Suriye rejimine sağladıkları desteğin geçici olduğunu zaman gösterecektir, ama akan kandan rejime destek sağlayan tüm taraflar Allah katında ve tarih önünde mesul tutulacaklardır. Zalimin elinden tutabildiği halde onu zulmünden alıkoymayan da, en az onun kadar zalimdir.

 İslam âlemi bu diktatörlerden kurtulmadıkça asırlardan beri tutulmuş olduğu envai türlü illet ve belalardan da kurtulamayacaktır. Merhum Mehmed Akif`in bir asra yakın bir süre önce tasvir ettiği durum henüz tamamen kalkmış değil. İslam`ın gurbetine ağlayıp feryatlar eden o büyük şair bakın nasıl tasvir etmiş o günkü hali:

 

Harap iller, serilmiş hanümanlar, başsız ümmetler.

Yıkılmış köprüler, çökmüş kanallar, yolcusuz yollar.

Düşünmez başlar, aldırmaz yürekler, paslı vicdanlar.

Teğallüpler, esaretler, tahakkümler, mezelletler.

Riyalar, türlü iğrenç iptilalar; türlü illetler.

Ziya Paşa da aynı konuda kısa ve özlü değişiyle şöyle yazmış:

 

Diyar-ı küfrü gezdim, beldeler kâşaneler gördüm

Dolaştım mülk-i İslam`ı bütün viraneler gördüm.

 

Bugün geldiğimiz noktada şairlerin tasvir ettiği olumsuz ana noktalar hala giderilmiş değil. İslam âleminin en büyük derdi tahakkümcü idarelerdir. Geri kalmışlık ve diğer bütün yolsuzluk, hırsızlık ve envai türlü ictimai hastalıkların temel nedeni de bu köhnemiş diktatör rejimlerdir.

 

Arap baharı denilen sürecin başarılı olduğu ülkelerde ve özellikle Mısır sokaklarında, ne Suriye, ne de Gazze de meydana gelen olaylara karşı güçlü bir ses yükselmiyor.  İran, Türkiye ve diğer halkı Müslüman memleketlerde de derin bir sessizlik hâkim. Libya`da ülkenin bölünme tehlikesi konuşulurken, askeri cuntanın yönetimindeki Mısır, içinde bulunduğu konumun kendisine yüklediği misyonu yüklenme konusunda çok ürkek ve çekingen davranıyor; devrime rağmen hala İsrail ve Amerika`ya “hayır” deme cesaretini gösteremiyor. İhvan`ın hükümeti devir alacağı dönem neler yaşanır bilemiyoruz, ama durumun değişeceğini gösteren olumlu sinyaller de ortada görünmüyor. Anlaşılan o ki, bahar denilen değişim süreci daha rayına oturmadı. Neyse ki Tunus, Libya ve Mısır diktatörlerinden kurtuldu, ama Suriye halkı cellâdının elinde rehin kalmaya devam ediyor. O kardeşlerimizin acılarını hafifletmek adına bir şey yapmak konusunda aciz kaldıysak bari duadan unutmayalım onları.

 

Diğer Yazıları

Tüm Yazıları

Diğer Yazarlar

Tüm Yazarlar