Laiklik, başlangıçta Katolik kilisesinin eşitsiz ilişkiler ortaya koyan ve belli bir kesimi imtiyaz sahibi kılan, dini bir tahakküm aracına dönüştüren uygulamalarına tepki olarak ortaya çıktı. Ancak işin başında böyle iken daha sonraları değişik renklere büründü; her ülkeye has farklı uygulamalar ortaya çıktı.Türkiye gibi ülkelerde ise uygulanan şeyin laiklik olup olmadığı hep tartışıldı; laikliğin ne olup olmadığını belirleyen net bir tanım da hiç yapılmadı.
Türkiye`deki laikliğin uygulamasına nereden bakarsanız bakın baştan sona çelişkilerle dolu görürsünüz. Mesela laikliğin ‘devletin bütün dini inançlara eşit mesafede durması` diye bilinen bir esası vardır. Şimdi soralım: Türkiye`de yüzyıllardan beri kullanılmış olan hicri takvim ve cuma gününün tatil olması neden değiştirildi? Muhtemelen laikçiler, hicri takvim ile cuma gününün İslam inanç ve kültürüne ait bir uygulama olduğu için kaldırıldığını söyleyeceklerdir. Peki kaldırılan hicri takvimin yerine konan miladi takvim dini değil miydi? Miladi takvim Hz. İsa`nın doğumunu esas alan bir takvimdir. Pazar günü Hıristiyanların kiliseye gidip haftalık ayinlerini yaptıkları, cumartesi de Yahudi inancının kutsal tatil saydığı gündür. Batı`daki laiklik uygulamasının, Hıristiyan toplumu inançlarının gereği olan bu haktan mahrum etmemek, din özgürlüğünü korumak adına tatil gününü böyle belirlemesinde bir anormallik görünmüyor. Peki şimdi sormak gerek, Türkiye`de laikliği uygulayanlar hangi kriter yada milletin hangi maslahatını gözeterek bu uygulamayı seçtiler? Bu memlekette Hıristiyan veya Yahudi vatandaşların sayıları ancak %1-1,5`ğa tekabül ediyor. Haftalık tatil gününü bu vatandaşların inancına göre belirleyip, geride kahir ekseriyeti oluşturan Müslüman vatandaşların cuma gününü görmemek ne anlama geliyor? Veya şöyle soralım: Bu devlet sadece %1,5`un mu devletidir? Geriye kalan %98,5 Müslüman, ikinci sınıf vatandaş mı oluyor acaba? Dün bu zulmü Müslüman halka reva gören sözde laik devlet, bugün de bu yanlışı düzelteyim diye henüz bir adım atmış değil. Şimdi siz bir vatandaş olarak bu uygulamanın Müslüman halka bir haksızlık olduğunu ve değiştirilmesi gerektiğini söyleyin de laikçilerin ‘aman, laiklik elden gidiyor, irtica yine hortladı` yaygaralarını bir seyredin.
Ha, bir de laikliğin din ve vicdan özgürlüğünü koruyan bir temel esası var tabi. Buna göre her inanç kesiminin, inancının gereklerini öğrenmesi ve yaşaması hakkına sahip olması gerekir. Türkiye`nin bu alandaki uygulaması da tam tersinden bir uygulama. Bu konuda da yapılanları ne laikliğe ne de başka bir şeye sığdırmak mümkün değildir. Türkiye`de yaşayan kahir Müslüman çoğunluğun dini eğitim veren kurumları kapatıldı. ‘Tevhid-i tedrisat kanunu` ile medreseler, tekke ve zaviyeler ortadan kaldırıldı, kapılarına kilit ve mühür vuruldu. Peki bu uygulama din özgürlüğünün kısıtlanması değil miydi? Bu eğitim kurumlarının kapatılması milleti dinini öğrenmekten mahrum bıraktığı gibi, onu cehalete mahkum ederek hurafeciliğin kapısını da açtı. İyi ya, zaten istenen de oydu. Millet cahil kalsın ki sormasın, sorgulamasın ve hakkını talep etmesin.
Allah demenin bile yasak olduğu o dönemde kendi imkanlarıyla Kur`an-ı Kerim ve dinini öğrenmeye çalışan kimseler tehlikeli görülüp takibe alındılar. Kur`an-ı Kerim ve diğer dini kitaplar samanlıklarda saklandı. Camiler at ahırı olarak kullanıldı. Birçok cami ilgisizlik ve bakımsızlıktan yıkıldı. İstanbul fethinin simgesi olan Ayasofya camii müzeye çevrildi. 1960 öncesi yıllarda, İman hakikatlerini öğreten Risale-i Nur kitaplarını okuyanlara terörist muamelesi yapıldı bu memlekette.
Şimdi biraz da laikliğin ‘din ve devletin birbirlerinin sahalarına karışmamaları, birbirlerine karşı bağımsız kalmaları` ilkesi açısından Türkiye`deki uygulamaya bakalım. Türkiye`de laiklik ve batılılaşma adına milli ve manevi değerlerimizi, ‘har vurup harman savurmak` muamelesine tabi tutanlar ‘Diyanet` adı altında bir kurum ihdas ettiler. Kendileri bu kurumun laiklik ilkesine ters bir uygulama olduğunu biliyorlardı. Laik devlet dine nasıl müdahale edebilir? Bu çarpık zihniyet, diyanet`i, dini korumak, dini eğitimi yaymak namına değil, dini ve dini cemaatleri kontrol altında tutmak, gerektiği zaman devletin âli menfaatleri için dini kullanmak için kurdular.
Bu amaçla kurulan diyanet zamanla millete hizmet etme konumuna gelince laik kesimde rahatsızlıklar baş gösterdi. Vay efendim her inançtan vatandaşın verdiği vergilerle diyanet hizmetlerini yapmak hakkaniyete aykırı olmaz mı? Doğru, bu bir haksızlık ama; bundan sorumlu olan diyanet kurumu değil, onu ihdas edenlerdir elbette.
Hasılı bu kemalist usulü laiklikten bu millet çekti ve hâlâ çekmeye devam ediyor. İşin temelinde yanlışlık oldu mu, teferruatlarda yapılan cüzi tamirler de sadra şifa olmuyor. Deveye boynun eğri, demişler; nerem doğru ki demiş.