İstanbul asırlarca İslam medeniyetinin ve sanatının merkezi olmuştur. Yetiştirdiği önemli sanatkarlarıyla İslam dünyasının sanat anlayışına yön vermiştir. Mimar Sinan’ın inşa ettiği şaheserler hala birer abide örnek olarak dimdik ayakta durmaktadır. Bu eserler mimarinin yanında içinde birçok sanatları barındıran birer merkez haline gelmiştir. Bu yapılarda Yüce mevlamızın insanlığa gönderdiği son mesajı olan Kur’an-ı Kerim’i en güzel şekilde yazabilmek uğruna gösterdikleri çaba ile ortaya çıkan muhteşem hat sanatı bu eserleri süslemek ve insanlığa yüce Allah’ımızın son mesajlarını iletmek adına işlenmiştir. İstanbul’da yetişen Osmanlı son dönem en önemli hattatlarından Hattat Halim (Özyazıcı) efendidir. Fatih sokaklarında hat üzerine konuşup gezerken konu Hattat Halim efendiye geldi. Arkadaşlarımdan biri onun evinin Fatih’te olduğunu söyleyince merak ettim ve “hadi gidelim bir ziyaret edelim” dedik... Gittik ama; karşılaştığım manzara bana bu yazıyı yazdırdı…
Küçüklüğümden beri hat sanatına bir ilgim vardı. Epey hat yazmaya çalıştım ve o sanatkarlara hayranlık duyarak büyüdüm… Hattat Halim Efendi ve onun gibi Osmanlı’dan cumhuriyete geçiş yapan ve bu sanatın türlü çileler ile günümüze ulaşmasına yoksulluk içerisinde büyük bir mücadele ile vesile olan kültür ve sanat şahsiyetlerimize ne kadar vefasız olduğumuzu kendi gözlerimle ve büyük üzüntü ile müşahede etmiş olmasaydım bu yazıyı yazmayacaktım…
Medeniyetimizi, kültürümüzü bugünlere taşıyan ve bizi dünya kültürüne ortak eden bu şahsiyetlere bu kadar ilgisiz kalan yetkililere söyleyecek bir kelime bulamıyorum. Sözde kültürümüze sahip çıkan ve her fırsatta sanattan konuşup medeniyetten bahsedenler bu sanatkarımızın binlerce hat eserini verdiği bu evini görmüşler mi acaba? Acaba… Batı dünyasında örneklerini görmüşler mi!? Benim gördüğüm bu ev gibi İstanbul’da daha kaç sanatkarın evi fare yuvası haline gelmiş ve metruk vaziyette acaba!? Bu mudur İslam kültür medeniyetini muasır medeniyetler seviyesine çıkarmaktan anladığımız!?
Böyle bir sanatkarın evi Batı’da olmuş olsa idi inanın dünyanın her tarafından ziyaret edilen ve bulunduğu ülkeye maddi ve manevi katkı sağlayan merkez haline gelmiş olurdu. Küçük iken muhterem babam ile Moskova’ya gitmiştim... Beni Aleksandr Puşkin’in evine götürmüştü... Puşkin’in şiirler yazarken kullandığı hokka ve kelemleri olduğu gibi duruyordu... Aldığı notlar ve üzerinde çalıştığı şiirler masasında sergileniyordu... Gerçekten etkilenmiştim ve şair olmak istemiştim...! Hala bir müze olarak durmaktadır Puşkin’in evi... Fatih’te karşılaştığım görüntü ise beni derinden üzmüştür...
Bu üzüntü ile Fatih sokaklarında gezerken görmüş olduğum tarihi şaheser çeşmeler, sebiller ve medreselerin harap ve mahzun halleri beni daha da yıktı. Fatih sokaklarında yürümeye devam ederken Çorlulu Ali Paşa medresesi de daha önce yazmama rağmen gene aynı vaziyette ve anadan üryan turistlerin nargile fokurdattığı yer olmaktan çıkamadı. Bu zihniyetimizi değiştirmedikçe bu ülkeyi ve İstanbul’umuzu bize emanet eden ecdadımıza ve onların bize bıraktığı mirasımıza sahip çıkmadıkça muasır medeniyetten konuşmak abesle iştigalden öteye geçemez. Önce ecdadımıza ve onların bize bıraktığı mirasımıza sahip çıkacağız sonra muasır medeniyetten bahsedeceğiz... Halim Efendi’nin “Halim Efendi Hat Müzesi” kurulacak kadar yazı vardır. İnşallah bir gün ecdadımızdan bize kalan içinde hala sanat, ilim ve tefekkür izleri taşıyan bu yapılara sahip çıkarız ve gençlerimize ilham alacakları merkezler haline getiririz...