Türkiye, Suriye’deki yeni yönetimle alakasını her gün daha net ve vurgulu biçimde ortaya koyuyor.
Buna karşı Arap Dünyasının kafası karışık. Şimdi şuna karar veremiyorlar: Mısır gibi güçlü bir Arap aktör orada hiç yer almadığına göre illa birileri olacaksa bu İran mı olmalı yoksa Türkiye mi?
İran’la sünni ve selefi Arap’lığın uyuşmazlığı malum.
Ancak Türkiye’nin de her sınır ötesi hamlesi, Arapların zihnine bir Osmanlı silueti getiriyor.
Türkiye bunun için ne yapacak?
Herhalde “biz, bildiğiniz gibi yüz yıldır acayip laik, Kemalist bir rejimiz, Osmanlı’yı nesillerin hafızasından, hayalinden, her şeyiyle sildik. Kendimizden söküp attığımız bir şeyle sizi neden rahatsız edelim” demeye devam edecek.
Arapların buna ikna olması için, bu ülkedeki statükocu kesimlerin şimdiye kadar yaptıkları ve savundukları gibi Türkiye’nin kendisine çizilen sınırların dışına hiçbir şekilde çıkmaması gerekirdi.
“Bize ne Halep’ten, bize ne Kudüs’ten, bize ne Afrika’dan, bize ne Karabağ’dan” filan deyip kendi iç meseleleriyle uğraşması gerekirdi.
Türkiye, yeni Suriye’de kartlarını açık oynarken, ne kadar etkili olduğu henüz anlaşılmasa da Arap kamuoyunu, akademi, siyaset ve medya çevrelerini rahatlatmak için illa ki tedbirler alıyordur.
Sonuçta taşlar yerine oturana kadar herkes yeni ülke idaresinin tutumlarını ve bunun sahadaki yansımasını gözlüyor.
Öte yandan Ankara, tüm projektörlerini Fırat’ın doğusuna çevirmişken, adı öyle konmasa da yeni Şam yönetiminin hamisi veya garantörü gibi bir görüntü vermesi, ister istemez, her adımda Türkiye backgroundunu akla getiriyor.
Peki Türkiye, siyonist rejimle karşı karşıya gelme ihtimali de dahil, Şam’ın yeni yönetimine nereye kadar ve daha ne netlikte stratejik ortak gibi davranabilir?
İçerde ve dışarıda Suriye’deki yeni manzara için Türkiye’deki mevcut iktidarın on dört yıldır ustaca yatırım yaptığına dair oluşan kanaat, Ankara’nın elini hayli güçlendirse de, sonuçta Amerika ile karşı karşıya gelindiğinde bunun bir “müttefik teslimiyeti” ile sönmeyeceğini kimse söyleyemez.
Elbette ki ABD, eski formunda değil. Avrupa’yı elinde tutmakta zorlanırken, bir türlü şişeye geri girmeyen cin Çin ve Ukrayna’yı ölüm kalım meselesi görüp oradan çıkmayan Rusya, Trump’la Pentagon arasında bir düğüm olarak büyüyecekler. Bunun yanında, işgal rejimiyle birlikte saplandığı Gazze’deki hali de ortada..
Peki tüm bunlara ve daha fazlasına rağmen, Türkiye, Suriye’de YPG’nin bulunduğu bölgede Washington’un iradesini test etmeye ne oranda hazır? Bundan da kimse emin değil.
Haliyle, en büyük bağından kurtulduğu düşünülen Suriye’de, tüm taraflar için o kadar gergin ve belirsiz bir atmosfer var ki, bu puslu havanın Türkiye’nin aldığı veya alacağı tedbirler ile sorunsuz ve acısız açılacağını söylemek de fazla hamaset içeriyor.
Sonuçta ne olursa olsun ufukta bir gedik açılmışsa, bu kazanımda kararlılık için ödenecek bedelin izzeti, bundan geri adım atmanın yaşatacağı zilletten daha iyidir.
Fakat atılacak bu adımlar sırasında masumları çiğnememek, yeni düşmanlar üretmemek, “esfeli safilin” çevrelere itibar etmemek önemli.
Bir de mesela Halep’e, ağırlığına layık bir bakışla bakmalı, laik bir şaşılıkla değil.
Şam’a bir anayasa metni önerilecekse, bu onların istediği gibi olmalı, buradaki gibi değil.
Velhasıl sürekli hatırlanması gereken şudur:
Giden öyle sıradan bir zulüm rejimi değildi. Amerika’nın, Rusya’nın ve terör rejiminin şimdiye kadar memnun olduğu için müsaade ettikleri bir işkence düzeneği idi.
Yıkıldı. Evvelen bizzat mühim olan bu idi.
Gerisine niye kara gözlükle bakılsın?
Görelim Mevla neyler, neylerse güzel eyler.