Son zamanlarda moda bir vaad var: “Bu ülkede tarikatlerin ve cemaatlerin kökünü kazıyacağız.” Geçen günlerde de adı lazım olmayan bir milletvekili aynısını söyledi. Siz buna “İktidara gelince ilk olarak İstanbul Sözleşmesine tekrar döneceğiz” vaadini de ekleyin. Yahut “alkole zam zulümdür, biz ucuzlatacağız” vaadini ve diğerlerini..
Sosyalist, demokrat, seküler, liberal hepsinin değişik tonları var, örnek aldığı idolleri, dayandığı fikir babaları, kaynakları farklı. Yalnız söz konusu İslam’ın toplumsal karşılığı olunca bir anda aynı noktada buluşuyorlar.
Kadın, nikah, aile konusunda hepsi aynı feminist dili konuşuyor, küresel ifsad savaşında aynı mevziye doluşuyorlar ve birlikte ateş ediyorlar.
Tarikat, cemaat denilince hepsi aynı cümleleri papağan gibi tekrar ediyorlar: “kökünü kazıyacağız.”
Sakal, Tesettür, Kur’an Kursu, İmam Hatip nefreti, aralarındaki husumetleri unutturuyor, bunlara karşı birbirlerine sufle veriyorlar. Biri “Diyanet kapatılsın” diyor, diğeri “dindarlık tehlikesi artıyor diye batıya yalvarıyor.” Bir başkası “bu seçimin laikliği kurtarma seçimi” olduğu kaygısıyla ikaz ediyor.
Müslüman ahalinin karşısında doğrudan söyleyemedikleri Kur’an, Peygamber ve Sahabe düşmanlıklarını Araplara ve Arapça’ya olan kinleriyle maskeliyorlar ve bu hususta da ustaca bir araya gelip koro halinde ötüyorlar.
Fakat alkolün etkisiyle ve saplandıkları kokuşmuş bataklık yüzünden en basit mantık çıkarımlarını bile yapamıyorlar.
Birincisi: Öyle bitireceğiz, yok edeceğiz tarzındaki üstenci derebeylikler aşırı demode oldu, yeni bir jargon bulmanız lazım. Eğer siyaset yapıyorsanız ve en azından “benim ninem de başörtülüydü” diyenlerin size zerre kadar kulak vermesini bekliyorsanız “helalleşme” tüyosunu verenlerden daha kolay tuzağa düşürücü mottolar isteyebilirsiniz mesela.
İkincisi: Tarikat, cemaat filan derken; tüm zemini dünden bugüne tekkelerin, dergahların, medreselerin, ocakların, velilerin, alimlerin, şehidlerin, ilahilerin, mevlitlerin, camilerin, duaların, virdlerin ve diğer manevi dinamiklerin üzerinde olan İslam toplumunun tamamına meydan okumak gibi bir fantezi ile meşhur olabilirsiniz ama ancak lanetle.
Üçüncüsü: Biraz sağınıza solunuza bakın, sizin gibi dine sövenlerin seçimler öncesinde nasıl iftar sofralarına oturmak zorunda kaldıklarını, yanındakilerle bir açılışta filan ellerini kaldırıp da Hakk’a dua eder gibi yapmak mecburiyeti hissettiklerini görürdünüz. Ya da ömürleri boyunca İslam’a düşmanlık edenlerin cenazesini, yakınlarının illa da camiye getirip üzerine namaz kılınması için nasıl çırpındıklarını fark ederdiniz.
Dördüncüsü: Müslüman memleket sizin düşlerinizle Kuranı, Sünneti elinden düşürmez. Fakat siz bu düş kırıklığıyla bu coğrafyada sürekli acı çekersiniz. Yüzlerce hafızın törenini görünce kahrolursunuz, İmam Hatip Liselerinin başarısı sizin sinirlerinizi alt üst eder. Kulağınıza çarpan her ezan sesi sizin kafanıza vurulan tokmak gibidir. Cemaat ve tarikatların her hayır faaliyeti sizin depresyonunuzu katlar. İslam ve insanlık düşmanlığında sizin kadar ilerde olan başka ülke bulmanız zor olsa da burada kalıp sürekli azapta kalmaktan iyidir.
Beşincisi: Dünya haktan batıla doğru dönmüyor, batıldan hakka doğru dönüyor. Noksanlıktan tekâmüle doğru dönüyor, yanlıştan doğruya, boşluktan doluya doğru dönüyor. Dalaletten hidayete, küfürden imana doğru dönüyor. Siz bu değirmene karşı savaşan Donkişotlar da olamayacak kadar basit fanilersiniz.
Tarikatları ve cemaatleri yüz yıl önce kapatma devrimi tutsaydı, elinizde bir referans olurdu.
Kuyudaki ayı çıkarmaya çalışırken sırtüstü düşüp gökyüzünde ayı görünce: “çok yoruldum ama ayı da kuyudan çıkardım” diyen Nasreddin Hoca misali diyeceğim de sizin için boşa gidecek.
Boşa gideceksiniz..