“Gerçekten Biz onu, belki aklınızı kullanırsınız diye Arapça bir Kur'an kıldık.” (Zuhruf 3)
“Kur’an Hicaz’da nazil oldu, Mısır’da okundu, İstanbul’da yazıldı.”
Bu söz elbette ki vakıayı anlatıyor. Kur’an İstanbul’da yazıldı. Çünkü ilâ-yı kelimetullah sadece at sırtında küffar kovalamakla sınırlı değildi.
Allah’ın(cc) adı sedirde, sadırda yüceltildiği gibi satırda da yüceltilmeliydi. O yüzden ayet, hadis, sahabe ismi gibi Arapça yazılarla bezenmeyen bir mabedin noksan sayıldığı ve neredeyse bütün hanelerinin bir duvarını, bir köşesini illa ki Arapça bir levhanın süslediği coğrafyadır burası.
Burada Arapça yazının yere atılması dahi edebe mugayir görülür, velev ki tütün kağıdı bile olsa.
Ve şu memlekette, yerde gördüğü besmele yazılı kağıdı alıp hürmet ettiği için ayyaşlıktan veliliğe yükselen zatın bu menkıbesini adeta bilmeyen, nakletmeyen yoktur.
Neden? Çünkü bu diyarın ahalisi, ameli kifayetsiz muhabbeti nihayetsiz olanlardandır.
Zayıfken filan değil, tam aksine en güçlüyken Kuran’ın harflerini baş tacı ediyor. Benim harflerim var filan demiyor, inşa ettiği devasa eserlerinin girişlerini, taşa işleyip ölümsüzleştirdiği Arapça ibarelerle şereflendiriyor. Bunun için Selçuklu, Artuklu, Eyyubi yahut Osmanlı’nın bıraktığı medreselere, mabetlere, kümbetlere hatta çeşmelere bakmak yeterli.
Sonra günah terazisi ağır basınca mıdır bilinmez, olan oluyor, tespihin ipi kopuyor, taneler dağılıyor.
Ve faiz gibi, ırkçılık virüsü de herkese bulaşıyor. Bu virüs, İslam düşmanlığıyla ve yetki gücüyle birleşince ortaya akıl ve mantık dışı uygulamalar, yıkıcı teamüller, tahrikçi eğilimler çıkıyor.
Geçmişte olduğu gibi bunların başını çekenlerin aslen Türk olmayışlarının manidarlığı bir tarafa, kışkırtmalarının hiçbir yasal engelle karşılaşmaması hatta devletin derinlerinden sanki sırtlarının sıvazlanır gibi bir havanın estirilmesi çok vahimdir.
İçlerindeki kin ve intikam hislerini Çinceye, Sırpçaya, İbraniceye, Süryaniceye, Yunancaya yahut diğer yüzlerce yazıya değil özellikle Arapça yazıya karşı ağızlarından boşaltırken asıl bölücülerin kendileri olduğunu da iftiharla ilan etmiş oluyorlar.
Cinsi sapıklar, onlara söylenen terbiye dışı bütün hakaretlerden alınmak şöyle dursun gururlandıkları gibi, İblis’in diğer çocukları olan ırkçılara da faşist filan dediğinizde bunu övgü kabul ediyorlar.
Bu virüse karşı bütün memleketin acilen ve sürekli aşılanması gerekir. Bu aşı on beş asır önce bulundu, düzenli uygulayanlar ayakta kaldı, buna karşı çıkanları bu virüs, sildi attı.
Bu aşıyı hazırlamak çok kolay. İçine takva ve uhuvvetle beraber birkaç ayet ve hadis eklemek yeterli. Mesela şu hadis gibi: “Yâ Resûlallah! Irkçılık nedir?” diye sorulduğunda Allah Resûlü, asabiyeti, “zalim de olsa kendi kavmine arka çıkmandır.” buyurdu. (Ebû Dâvûd, Edeb, 111-112)
Sadece aşı mı? Hayır tabi ki maske, mesafe ve temizlik de şart. Hem aleyhlerinde bile olsa gündeme getirildikçe semirenlere istedikleri şöhreti vermeyerek hem de mikropları bize bulaşmasın diye araya bir nevi maske ve mesafe koyarak.
Tabi ki tarladan zararlı otların ayıklanması gibi bunların da bu beldenin bereketini kemiren köklerinin sökülüp atılması gerek.
Evvelde ve ahirde ise niyazımız Mevla’yadır.
Rabbimiz, selam ile inen meleklerin hiç boş yer bırakmadığı şu Kadir gecesinde bizleri affu mağfiret eylesin de günahlarımız yüzünden ateşçi, maddeci, tenci, kafatasçı şeytanlara, Kur’an’ın ahkamına, alfabesine ve ehline düşman olan azgınlara fırsat vermesin.
Karartılarını küçültsün, tutuşturduklarını söndürsün, ellerini kurutsun.
Leyle-i Kadriniz mübarek olsun.