Uzunca konuşup derdinden çilesinden bahsettikten sonra sorular faslına geçtiğimizde “Risale-i Nurları okumaya hangi kısmından başlayalım?” diye çok sormuşlardır.
Risale-i Nur’un diğer eserler gibi sıralı olmayışı bu soruyu biraz anlaşılır kılıyor. Tabi ki bu soruya cevap olarak, kimileri “Tarihçe-i Hayat” der. Çünkü bir telifin müellifini tanımak o esere karşı ilgiyi artırır. Tarihçe-i Hayat ise Üstadın biyografisi olduğuna göre bu öne alınabilir.
Kimi “Küçük Sözler” der. Çünkü hem “Sözler” kitabından özellikle ilk başlardaki kısımları içermesi, hem hacminin küçüklüğü hem de konuların biraz hikayelerle ele alınması nedeniyle bunun da, eserin bütününden bir nümune gibi başta okunması tavsiye edilebilir.
Yine Üstadın en az onbeş günde bir okunmalı dediği İhlas ve Uhuvvet Risaleleri, manevi bir ilaç gibi yazılan Hastalar Risalesi, gençlerin sorularına cevaplar içeren Meyve Risalesi, öldükten sonra dirilişi muazzam bir üslup ile işleyen Haşir Risalesi, imanla ilgili müthiş tespitler yapan Yirmiüçüncü Söz, ateizmi, deizmi yerle bir eden Tabiat Risalesi ve daha bir çok kısmından başlanabilir.
Tabi başlamak bazen nasip olur, yalnız sonuna kadar gidip devam etmek biraz daha fazla himmet ister, azim, çaba ve sabır ister.
Çünkü bu eserleri okumaktan vazgeçirmek için adeta özel olarak üretilmiş, kullanımı da son derece basit ve yaygın olan bir çok gerekçe satılmaktadır. Bunları sağınızda solunuzda, önünüzde arkanızda sürekli üflenmiş halde hazır olarak buluyorsunuz.
Ve haliyle Risale-i Nurları bir şekilde kitaplığına koyup da hep, bir gün okuma planı yapanların sayısı hayli fazladır.
Bu da değerli. Yani okumadığı halde kitaplığına dizmek de kıymetli.
Neden biliyor musunuz?
Çünkü bu kitaplar siparişle yazılmadı. Hiç kimsenin rahatsız etmediği, bütün imkanların el altında olduğu, bir kütüphane konforunda masa başında da yazılmadı.
Bu kitaplardan mesela “İşarat-ül İcaz” savaşın tam ortasında, at sırtında düşman üzerine hücum ederken, avcı hattında, her an ölümle burun buruna iken yazıldı.
Çok uzun olmasa da mesela “Hutuvat-ı Sitte” bölümü, o sırada İstanbul’u işgal edilen İngilizler’e, meydan okurcasına “defol git” demek için ve bundan çok daha sert hitaplarla yazıldı.
“Divan-ı Harbi Örfi” 31 Mart ayaklanmasından sonra bir süre hapsedilip, huzuruna çıkarıldığı ve serbest kalmayı da beş paraya saymazcasına, sonrasında “Zalimler için yaşasın cehennem” dediği mahkemedeki savunması olarak yazıldı.
Dedik ya bu kitaplar bir alimin medresesinin mutena bir yerinde sükunet ve sessizliğin ışığında “alın size bir başka açıdan tefsir, yahut kelam, usul” filan denilerek yazılmadı.
Bu eserler, birinci cihan harbinde talebelerini şehid vererek, Muş’u, Bitlis’i kelle koltukta savunan, ardından Rus’lara esir düşen bir kahramanın, Osmanlı’dan sonraki yeni süreçle beraber bir mücrim gibi sürgün edildiği Barla’da, matbaasız, nümayişsiz, izinsiz ve nice tedbir ve takiplerin ardında yazıldı.
Bu kitaplar din, tarih, medeniyet, kültür, sanat, eser, ilim, alim, talim, ruh ve mana adına ne varsa hepsinin incitildiği bir zamanda incinmemek ve incitmemek için yazıldı.
Bir gün okursun da yine de kitaplığında dursun.
Çünkü bu kitaplar, sobanın filan olmadığı kırık camları bir parmak buz tutan Afyon hapishanesinin boş bir koğuşunda ölüme kapatılan bir alimin “Allahümme inni es’elüke biesmaike ya Allah! ya Rahman! ya Rahim!” iniltileri ile yazıldı.
Bu kitaplar Eskişehir yahut Denizli hapishanesinin bir koğuşunda zehirlenmiş vücudu titrerken, dilinden dökülen “Yâ Rab, garibem, bîkesem, zaîfem, nâtüvânem, alîlem, âcizem, ihtiyarem, bî-ihtiyarem, el-aman-gûyem, afv-cûyem, meded-hâhem, zidergâhet İlâhî!” niyazıyla yazıldı.
Bu kitaplar, Kastamonu’da bir karakolun aynasında kırılan çehrede kendine yaptıkları hakarete aldırmadan “şu istikbal inkılabatı içinde en gür sada İslamın sadası olacaktır” diyerek tahammül eden bir cefakârın sabrıyla yazıldı.
Bu kitaplar Emirdağ’da, üzerine kilitlenen kapı ardında hicranın kıskacında, müspet hareketin şiarıyla yazıldı.
Bu kitaplar, gözlerden uzaktaki duruşma salonlarında kendisini ortadan kaldırmak için başvurdukları bütün hilelere boyun eğmeden dimdik ayakta durup bu eserleri savunan bir sebatla yazıldı.
Bu kitaplar, tarihin yol kavşağında yönünü kaybetmiş bir memleketin elinden tutarken yazıldı.
El hasıl aziz, sıddık kardeşim! bu kitaplar bizim için yazıldı.
Allah(cc) Üstada rahmet eylesin.