Hindistan’ın 70 milyon nüfuslu Karnatak eyaletinde, okullarda uygulanmaya başlayan başörtüsü zulmü yayılarak devam ediyor. ABD’nin resmi bir kuruluşu olan ABD Uluslararası Dinî Özgürlükler Komisyonu’nun söz konusu yasakla ilgili, "dini özgürlüğü ihlal ediyor, kadınları ve kızları küçük düşürüp marjinalleştiriyor" şeklindeki açıklamasına Hindistan Dışişleri Bakanlığı; “bu bizim iç meselemiz” diyerek tepki göstermiş.
Tabi ABD’nin resmi kuruluşunun sözlerinden neredeyse beş gün geçtikten sonra İslam İşbirliği Teşkilatı da güya bir şeyler söylemeyi denemiş ama sadece “Uttarakhand eyaletinde Hindu din adamlarınca ülkedeki Müslümanlara "soykırım" çağrısına karşı, içinde başörtü geçmeyen cılız bir kınama yayınlamış.
Tabi anlı şanlı dini otoritelerden henüz ciddi bir itiraz yok. Mesela konu Müslüman Kardeşler olunca aslan kesilen, Mısır’ın Ezher’i dut yemiş bülbüle dönmüş.
Pakistan’da bir iki gösteri var fakat “kadınların açık giyinmesi erkekleri tahrik ediyor o yüzden doğru değil” dediği için feministlerce hedef tahtasına konan İmran Han ortalarda yok.
Herhalde Hindistan’daki bu uygulamaların açık bir zulüm olduğunu haykırmak, yine işgal rejimi israille normalleşmeyen ve işlediği zulümlere en açık tepkiyi gösteren Bolivya, Venezuella gibi ülkelere kalacak.
Aslında bu konuda suskunluğun hiç mi hiç yakışmadığı ülke Türkiye. Neden?
Çünkü 1919 – 1922 yılları arasında Hint Müslümanları, o zaman emperyalizme karşı mücadelede Türkiye’ye destek olmak için çok ciddi yardımlar gönderdiler. Bu yardım faaliyetlerine öncülük eden Mevlana Muhammed Ali, bir mektubunda özellikle fakir ve orta sınıf Hint Müslümanlarının verdiği 70 bin sterlinden sonra bunun iki katının daha Ankara’ya gönderileceğinden bahseder.
Kaynaklar ayrıca Hindistan’dan gelen 125 bin sterlin ve 600 bin liradan başka milyonları aşan pound, rupi, şilin gibi paralardan, ciddi miktarda altın ve tıbbi malzeme yardımlarından da söz eder.
Yine Türkiye’ye yardım gönderen 30 bin Hint’li Müslümanın İngilizler tarafından eziyet gördüğünü de okuyoruz.
Hint’li Müslümanlar siyasi olarak da o zaman Türkiye’deki mücadeleyi desteklediler. İngilizlere karşı bir çok protesto gösterisi yaptılar, İngiliz yetkililerine mektuplar yazdılar, heyetler yolladılar. Lozan öncesinde Türkiye lehine ciddi beyanlarda bulundular.
Hikâyenin bu kadarlık kısmı bile vefa gerektiriyor, bugün onların uğradığı haksızlığa dur demeyi gerektiriyor.
Bu bir yana, Türkiye’nin yakın tarihinde çok net izleri olan ve hâlâ da tam olarak silinmemiş olan başörtü yasağı, oradaki mevcut durum için doğal bir empati sebebidir.
Hele de 28 Şubat’ın yeniden konuşulduğu şu günlerde, bu ülkenin geçmişinde aynı acıyı birebir yaşamış insanlarının, Hindistan’da okul önlerindeki yasakçı zalimlerin, kapıda öğrencilerin başlarını açtırıp öyle içeri aldığını görüp de susması mümkün müdür?
Hükümetten, etkili ve yetkili STK’lardan maalesef henüz bir öfke emaresi yok.
Ve bu durum aslında CHP için de bir test hükmünde.
Türbanın(!) yasaklanması için her türlü girişimde bulundukları sır değilken ve üst düzey temsilcileri bugün bile başörtüsünün devlet kurumlarına, okullara asla girmemesi konusunda ısrar ederlerken, “başörtü yasağını biz kaldırdık” diyen ve “fakirlik, yoksulluk, anarşi vardı, kalktık, kadınlar başörtüsü taksın mı, takmasın mı, bunu konuştuk, samimi söylüyorum, bu çok yanlıştı” diyen CHP lideri, Hindistan’daki başörtüsü yasağını bir fırsat olarak görmelidir.
Mesela şöyle söyleyebilir: “Ben burada helalleşmekten söz ediyorum, siz orada geçmişin haramlarını tekrar hatırlatıyorsunuz. Biz yanlış yaptık diyorum, millet/yeni nesil bu yanlışın ne olduğunu unutmuşken siz bizzat aynısını canlandırıp sahneliyorsunuz..”
Ne dersiniz CHP, bu fırsatı kaçırır mı?
Yoksa “bu onların kendi sorunu, içişlerine karışmak doğru olmaz” mı der?