Nurullah Ay

Yasin`in katilini buldunuz!... Tebrikler!..

08.04.2016 09:26:00 / Nurullah Ay

TÜRBÜLANS BÖLGESİ

YASİN`N KATİLİNİ BULDUNUZ!.. TEBRİKLER!..

Yazıya çoğumuzun bildiği malum bir fıkra ile başlamak istiyorum.

Zira meşhur bir kelamdır; izahı olmayan şeyin mizahı olur.

CIA, MOSSAD ve Türkiye emniyetinden üç görevli, bir yarışmaya alınır. Karanlık bir olayın aydınlatılması görevi birinci olana verilecektir.

Yarışma bu ya; jüri üyeleri yerlerini alır, komisyon başkanı yarışma şartlarını açıklar.

Başkan, yarışmayı iki etap olarak yapmayı planladıklarını açıkladıktan sonra birinci etap için ormana salınan ayıyı erken bulanın ilk etabın galibi sayılacağı söylenir.

Yarışmacılar ormana dalar, ormanın her tarafında kameralar… Amerika, İsrail ve Türkiye vatandaşları nefeslerini tutmuş, yarışmayı canlı canlı izlemektedir.

Yarışma başladıktan yarım saat sonra CIA temsilcisi kan ter içinde gelir ve ayıyı bulamadığını söyler.

Olayı televizyondan izleyen Amerika halkı şokta… İsrail ve Türkiye vatandaşlarının yüzünde sevinç ve umut belirtileri…

Yaklaşık bir saat sonra da MOSSAD elemanı belirir ve o da havlu atar.

Tek umut bir ferdinin dünyaya bedel(!) olduğu Türk halkında…

Türk halkı ayakta… Ancak Türkiye emniyetindeki görevliden ses seda yok. Derken iki saat sonra bizim yarışmacının anlaşılmaz bağırtıları duyulur.

Belirsiz sesler, bir süre sonra ete kemiğe bürünür ve Türkiye`yi temsil eden yarışmacının, bir maymunun kafasına dipçikle vurarak: “İtiraf et, ayı olduğunu itiraf et!” sesiyle geldiği görülür.

Her ne kadar Türkiye halkından kimileri “hakkımız yendi” dese de ilk etabı üç ülke yarışmacısı da puansız kapatır.

İkinci etap için de Yasin`in katillerinin bulunması şart koşulmuş olacak ki, Adıyaman‘ın Kâhta ilçesindeki kara mizaha konu olacak evlere şenlik olay yaşandı.

Bilindiği gibi Yasin`in katledildiği hadise, ülke üstüne bir karabasan gibi çöktü.

Kimin kimi, kiminle aldattığını haber yapmayı meziyet sanan basın, olayın ilk üç gününde üç maymunu oynadı. Duyarlı insanların tepkisi artınca, olaya yer verilmeye başlandı.

Olayın görüntülerini çeken PKK yandaşı vatandaş, vicdan yapıp  - aralarında insani özelliklerini kaybetmemiş olanlar da varmış -  olayı basınla paylaşınca işin vahameti ve insanın canavarlaşınca neler yapabileceğini gözler önüne serildi.

Derken duyarlı insanların tepkisine duyarlı avukatlar katıldı. Ve STK temsilcileri ve hamiyetperver siyasiler, kervanın halkasında yer aldı.

Olaya duyarlılık ve tepkiler arttıkça özelde Diyarbakır emniyeti, genelde de tüm emniyet töhmet altında kaldı.

Katil/faillerin bulunması gerekiyordu. Katil/fail bir iki kişi ile geçiştirilecek gibi de değildi.

Kapıyı kıranlar… Çatıdan sarkıp içeri dalanlar… Bıçak saplayanlar… Cesetleri aşağı atanlar… Cesetleri sopalarla dövenler… Cesetlerin üzerinden arabayla geçenler…  Zılgıt çalanlar… Kancıklar… Enikler… Alçalanlar… Çukurlaşanlar… Çukurlaşanlar…

Sayı yüzleri buluyordu ve emniyetin bu failleri bulması isteniyordu.

Emniyet temizlenmeliydi.  Yasin'in yardım çağrısına "başınızın çaresine bakın" diye cevap veren emniyet görevlileri, alınlarındaki kara lekeyi silmek için de olsa Yasin'in katillerini bulmak zorundaydılar.

Emniyet görevlileri, olay günü askerde bulunan sicili bozuk birilerini fail diye tutuklayıverdi lekeyi silme adına veya davayı sulandırma gayretiyle.

Sonra olay görüntülerinin emniyet kayıtlarından silindiği ile ilgili iddialar tartışıldı davanın görüldüğü mahkeme koridorlarında.

İddialar korkunçtu. Sonra olay günü ev sahibi bayanın emniyeti aradığı ve emniyet yetkilisinin lakayt konuşmaları sosyal medyada dolaşmaya başladı.

Olaylar deşildikçe kirli kokular yayılmaya, kirli çamaşırlar saçılmaya devam ediyordu.

Yetkililer ‘bu işi çözse çözse CIA ve MOSSAD ile yarışacak kadar mahir olan emniyet temsilcisi çözer, deyüp yarışmanın ikinci etabının provası niyetine Yasin`in katillerini bulma görevini söz konusu emniyet yetkilisine verdiler.

Emniyet yetkilisi azimliydi, hırslıydı ve Yasin ile ilgili hiçbir detayı kaçırmak istemiyordu.

Yasin`in resmini hafızasına kazdı ilkin. Sonra Aytaç Baran`ın katledilme görüntülerine baktı defalarca.

Ülke, ondan İstihbarat Olimpiyatlarında kupa bekliyordu ve büyük görev kendisine verildiği için kendisiyle ne kadar övünse yeriydi.

Adıyaman`ın Kâhta ilçesindeki Kutlu Doğum etkinliğini dolaştı bu amaçla.

O da ne?

Yasin ve Aytaç`ın resimlerinin bulunduğu kupalar…

Sonra Yasin`in arkadaşlarını resimleri…

Yarışmanın ikinci etabı için hazırlanan Emniyet yetkilisi katili bulmuşçasına bir sevinçle etkinlik arasına dalar ve kupaları satan Veysi Değer isimli vatandaşı gözaltına alır.

Yasin Börü davasının görüldüğü Ankara adliyesinde failler bir bir salınırken yeni fail(!)lerin bulunmasına ramak kalmıştır.

İçi içine sığmıyor.

Değer`in GBT`si temiz çıkar ne yazık ki. Veysi Değer`de kayda değer bir şey bulayan emniyet yetkilisi, fail arayışına devam eder.

Azmettiricilerin alnında biriken boncuk boncuk terler, failleri ifşa etmesine rağmen katili Kutlu Doğum`da arayan yetkiliye Yasin`in resminin bulunduğu kupayla teselli olacaktır hiç kuşkusuz.

Kupaysa kupa… .

Kim bilir belki de STK temsilcileri ve Hüda Par`ın basın açıklaması olmasaydı, Veysi Değer`in kafasına silahı dayayıp “İtiraf et! Yasin`in katili olduğunu itiraf et!” diyecekti.

Katile gelince; alnındaki boncuk boncuk terleri sildikten sonra yüzünde beliren istihza bir bakışla emniyet yetkilisine dönüp:

“Katili yakaladın şapşik!” diyecektir.

BU KİMİN SAVAŞI


Kürt mahallesi aylardır ateş altında…
Kürtler toplu göçle karşı karşıya bir kez daha…
Kürdistan İşçi Partisi adını kullanan örgüt, Kürtlerin başına akla hayale gelmeyen işler getirdi, getirmeye de devam ediyor.
90'lı yıllarda Türkiye İşçi Partisi başkanı Doğu Perinçek ile Kürdistan İşçi Partisi Abdullah Öcalan'ın Bekaa'daki buluşmada ne konuştukları aradan geçen yirmi beş yıla rağmen açıklanmadı.

Gazeteci ziyareti değil, askeri bir birliği teftiş töreniydi görüntüler.
Öcalan'ın rutin görüşmelerinde bina dışında nöbet tutan militanlara, o gün neden yüz metre uzakta nöbet tutturulduğu da açıklanmadı yıllardır.
Bugün gelinen noktada PKK'ya en çok destek veren il ve ilçelerin - Tunceli hariç - harabeye dönüştürülmesi neyle açıklanabilir?
Örgütün MİT'le işe başladığını, Öcalan'ın üç yıl MİT'le çalıştığını, o dönemin bütün Kürt aydınlarını infaz ettiğini bilmeyenimiz yok sanırım.
Gelinen noktada ikinci bir ihanet dalgası mı yoksa? Bunca yıkıma dönük eylemlerin bir mantıki gerekçesi olmalı.
Şehirler köstebek yuvası.
Gencecik çocuklar, bir anlam veremedikleri bir ölüm pususunda.
Gazı veren zat, sol örgütleri bir çatıda toplayıp sol bir devrim hayalinde.
Solun iflas ettiğinden habersiz, 70'li yıllar kafası…

Cümleler kırk yıl öncesine ait, sloganlar klişe.

Acayip şaştık bu işe.
Birleştikleri marjinal gruplar, ortaçağın şövalyeleri gibi macera arayışında.
Ezberletilen sloganlar yaşam felsefelerine dönüşüyor.
Biraz özgürlük, biraz adrenalin...
Ver elini amacı belirsiz bir eylem.
Ancak bu savaş Kürt halkının savaşı değil, olsa olsa Kürtleri giyotine yollama çabası veya ihanet vesikası olur.

Her gün bir gencin beyni, söndürmez Dahhak`ın hararetini. Kan denizinde yunmak ister zamanın Dahhakları.

Ortada bir hakikat var:

Bu savaş, Kürtlerin savaşı değil!

VER PARAYI GÖR HOCAYI

Eskiler üçkâğıtçı sözcüğünün bir kumar oyunundan geldiğini iyi bilirler.
Hani kalabalığın olduğu bir yere bir adam, sehpa gibi düz bir zeminin üzerine üç kâğıt koyar. Bu kâğıtlardan iki tanesinin üzerindeki yazı kırmızı iken bir tanesinin siyahtır.
Siyah kâğıdı gösterip iki kırmızıyla karıştırmaya başlar ayakçı kumarbaz.
Tuzağa düşen kurban, karayı gözüne kestirir ve cebindeki bütün parasını o kâğıdın üzerine koyar. Tuttursa, yatırdığı para kadar para kazanacaktır, tutturamazsa parasından olacaktır.
Yani karayı bulursa parası ikiye katlanacaktır.
Ancak hiçbir zaman kara kâğıt bulunmaz. Tuzağa düşen de meteliksiz bir şekilde, ensesini kaşıya kaşıya oradan uzaklaşır.
Bu oyundan esinlenen Gülen grubu da "bul karayı, al parayı" sözünü cemaat maslahatına göre evirip "bul parayı, gör Hocayı" biçiminde kullanmaya başladı yıllarca.
Her ilde en çok himmet toplayan, Zaman gazetesine en çok abone bulan, dershaneye en çok öğrenci kaydeden Fethullah Gülen`le görüşmeye hak kazanıyordu.

Kanada imamı Ömer Faruk Arslan, hani köpük banyosunun aktörü zat, 1991`de rehberlik ettiği sınıfın tamamını bir sonraki sene için kaydettiğinden Gülen`le görüşmüş ve Gülen bu görüşmede kendisine bir kitap hediye etmiştir.
Hoca ile görüşmek ne anlam ifade eder ki demeyin.

Cebindekini yatırıp cenneti kazanacağına inanmak var.
Zaten cebinde meteliksiz bir şekilde kumar alanından uzaklaşan da razı değil mi düştüğü tuzağa?
Ha, bu arada "bul parayı, gör Hoca'yı" oyununda iyi para da vurdu paralel grup.
Ancak meteliksiz kalanın ne bulacağı muamma...
Korkulan da üçkâğıtçı oyununda meteliksiz kalanın başına gelenle akıbetlerinin aynı olması...

TETİKÇİ TRUMP

Donald Trump, uçarı fikirlerin mucidi mi, Cem Uzan`ın siyasi aromalı vaatlerini sunan bir şizofren mi?

Cevap, ikisi de değil.

Trump'un uçarı fikirlerinin ABD derin devletinden bağımsız olduğu sanılmasın.
Siyahi bir adam olan Obama'nın başkan seçilmesi bir projeydi.
Amerika'nın yerle bir olan imajını düzeltmekti asıl maksat.
Yoksa çok değil elli yıl önce belediye otobüslerinde beyazlarla siyahilerin yan yana oturamadığını biliyoruz.
İlk siyahinin üniversiteye nasıl gittiğini öğrenmek için Google'ı tıklamanız yeterli.
Obama ile imajının düzeldiğini, Rusya'nın da alternatif olmaktan uzaklaştığını düşünen ABD derin yapısı fabrika ayarlarına dönmek için Trump'ı kobay olarak kullanmaktadır.
Ayarlarının bozuk olduğu da bilinen bir gerçek…

Dolayısıyla Trump, kazanmayacağı bir seçimin adayı. Ancak topluma Amerika derin devletinin kodlarını empoze etmek için gönüllü kullanılan bir kobay…

Yoksa bunca varlık içinde boş yere olur mu aday?
Yani Trump da başkan olamayacağını biliyor aslında. Derin yapının duygularının taşeronluğunu yapıyor yalnızca.
Trump'ın düşünceleri ile ABD'nin fabrika ayarları birebir örtüşüyor.
Çünkü ikisi de aynı tornadan çıkma.

Trump`un iddiaları Amerika`nın beynindeki ifrazatın dışa yansımasıdır.

Amerika`nın fabrika ayarlarındaki vidaları, Kızılderililerin ve siyahilerin kanından dolayı pas tutmuş.

Trump`ın amacı da bu paslı vidaları gevşetmek.

TERS AÇI

BEYİN BEDAVA

“Yar saçların lüle lüle, ODTÜ sana güle güle” diye mi başlasam, yoksa zülfü yâre dokunmak için de olsa bir olay üzerinden müptezel güruha bir selam mı yollasam?
Neyse kâkülü perçemine karışmış bazı sıpaları Allah'ın sopası rezil ü rüsva edince bir tebessüm, bin hakikati anlatmaya kâfi bence.

Biraz matrak geçmek icap eder. Bol kahkahalı günler vesselam!
Camii kurulmasına tahammül etmeyen enikler, kim bilir hangi örgütün sözleşmesiz taşeronu olmaya namzet, ancak taşeron olduğundan habersiz.

Üzerindeki satılık levhasından habersiz fikir alanında pazarlamacıya soyunmuş.
muSOLlini'den sol, hİTler'den de it kısmını aldığının farkında değil. Faşizm, damarlarına işlenmiş, sosyal demokrat takılır.

Mihail Gorbaçov, bunların ağababalarıyla tanışınca sosyalizmin ayağının altındaki tabureye tekmeyi vurdu ve solculuk doğduğu Rusya`da darağacında sallandı.

Rusya, dünyaya ihraç ettiği solculuğun ırzına geçtiği halde bizim müptezeller, solculuğu kilisedeki rahibe sanmakta.
Üniversite olarak bilinen ODTÜ, birkaç yıldır anarşİsTlerin yuvası haline geldi/getirildi.
Kirli bir el, özel bir çaba sarf etti üniversitenin bu hale gelmesi için.
Kızıl bir ütopyadan dolayı gözleri kızıllaşmış bir grup öküz, ahlak ve namus namına her şeyi kırmızı görüp deli danalar gibi saldırmada. Bu kudurganların ağızlarının kenarındaki salyalar köpükleştikçe gazın derinlerden verildiği belli oluyor.
Proje uzmanları bunlara acaaiip bir gaz verdi.

Zekâlarından dem vurdular mezuniyet törenlerinde, başkasının zekâsını tiye alan dövizlerle boy gösterdiler. Gelene geçene hırlayan enik topluluğunu sahiplerinin ne kadar himayesinde tutacakları meçhul, ancak belediye barınaklarının son meskenleri olacağı muhakkak…
İyisi mi pırıl pırıl gençlerimizi kudurganlaştıran zihniyete inat, ayakları yere sağlam basan, toplum sorunlarıyla hemhal, edep ve namus timsali bireyler gönderelim ÖDTÜ'ye.
"Kim Milyoner Olmak İster" programında basit bir soruya bile cevap veremeyen ODTÜ'lü öğrenciyi izleyince mezuniyet törenindeki megaloman dövizler gözümün önünde canlandı.

Soruya cevap veremeyen genci tiye almak değil maksadım, ancak mezuniyet törenlerinde taşıdıkları dövizlere yazdıkları yazılar, çoğunluğun zekâ(!) belirtisiydi.

Son olaydan sonra bir kez daha ithal zihniyetin genç dimağlarımızı dönüştürdüğü hali düşündüm.
Sahi, ODTÜ ne(!) ve kimler yetişiyor?..

Sürekli anarşist eylemlerle gündemden düşmeyen, kendi öğrenci arkadaşlarının en temel ihtiyacı olan ibadet özgürlüğüne bile tahammül edemeyenlerin yetiştiği ODTÜ yıkılıp yerine ilim - irfan, Fen ve Teknolojik atılımı sağlayacak genç bir neslin yetişmesine olanak sağlayacak bir üniversitenin kurulmasından daha önemli bir şey var mı?

Hantal bürokrasinin bunu çözmeyeceğini bilirim, en azından duyarlı Tarık Bin Ziyadlarımızı Endülüs'e fethe gönderelim.
Ortaçağ Avrupa'sı/ODTÜ adam görsün!

Diğer Yazıları

Tüm Yazıları

Diğer Yazarlar

Tüm Yazarlar