Neden yazıyorsunuz? Edebiyat ehline, yazar-çizer takımına en çok sorulan soru budur herhalde.
Hakikaten bu soru reel gazete tirajlarının on binlerde seyrettiği, pek çok yazarın kitabının ikinci baskıyı yakalamasının adeta ilahi bir lütuf olduğu ülkemizde daha da bir anlam kazanıyor.
Değil mi ki gelişmiş ülkelerde nüfusları belki bizimkinden birkaç kat az olan memleketlerin gazete tirajları, kitap okuma oranları bizden kat kat daha fazla. Hiç komplekse gerek yok, realite bu.
Yine gelişmiş ülkelerdeki ortalama bir yazar, bizim şöhret ligindeki yazar-çizerlerimizden çok daha fazla ilgi, çok daha fazla saygı görüyor, daha fazla para kazanıyor.
Geçen gün bir yazar arkadaşımın üçüncü kitabı yayımlandı. İkinci ve birinci kitap mı? Onlar geçen birkaç yıla rağmen henüz ikinci baskıya erişemedi ne yazık ki. Topu topu beş biner adet basılmıştı, ama pek çok yazarınki gibi hak ettiği ilgiyi göremedi o değerli kitaplar. Bırakın coğrafyamın dört bir yanındaki okur kitlesini, ikamet ettiği kentteki eş dostlar bile birer kitap almış olsalardı birinci baskının çoktan tükenmiş olması gerekirdi. Ama hayır, yurdum insanı okumuyor!
Peki, neden yazıyoruz?
Yüzden fazla kişinin çalıştığı bir kurumdaydım birkaç yıl evvel. Teşrikimesaiden bir arkadaş Yeni Şafak`a aboneydi, bir diğeri Sabah`a. Ben de o demler her gün farklı bir gazete almakla birlikte genellikle Star gazetesini okurdum. Başka? Başka da yok. Aman Hocam, sen de, bu %3`e tekabül eder, fazla bile, biz de o da yok, diye mırıldandığınızı duyar gibiyim.
Peki, neden yazıyoruz?
Ülkemizde yazarlık bir hobi, daha doğrusu sevgi, ilgi, hatta saplantı; ama meslek hiç değil. Elif Şafak gibi, İskender Pala gibi geçimini kalemiyle sağlayabilen yazar sayısı üç haneye ulaşır mı, bilemiyorum, 80 milyonluk coğrafyamda. Nice ünlü yazarlar bilirim, maaşını kitabını yayımlayabilmek için feda etmiş, hatta eşinin ziynet eşyalarını bozdurmak durumunda kalmış…
Peki, neden yazıyoruz?
Yazarlık bu, günümüzün yöneticilerinin Falih Rıfkı, Yakup Kadri, Ruşen Eşref`i olup sefa sürmek de var; Mehmet Akif, Rıza Tevfik, Refik Halit gibi olup gurbet ellerde, vatandan cüda çile çekmek de var. Hele bir de İskilipli Atıf, Sabahattin Ali olmak var. Demem o ki bazen bedel ödemeyi de gerektirebilir yazarlık, hem de ne bedel. Nihayetinde yıkama, yağlamaktan çok farklı düşünmek, sorgulamak, eleştirmektir yazarlık; hayatı, toplumu, siyaseti…
Peki, neden yazıyoruz? Neden yazıyorum? Sabahın beşinde yatağımda uzanmak varken bu satırları yazmama sebep ne?
Bu soruyu geçen gün küçük oğlum da sordu bana: Baba, sana para vermiyorlar ki niye yazıyorsun? Oğluma daha somut bir dille cevap verdim tabii, ama sizinle pek çok yazarın yazma gerekçesini Sait Faik`ten bir anekdotla aktarayım:
"Söz vermiştim kendi kendime, yazı bile yazmayacaktım. Yazı yazmak, hırstan başka ne idi? Burada, namuslu insanlar arasında sakin, ölümü bekleyecektim. Hırs, hiddet neme gerekti? Yapamadım. Koştum tütüncüye, kâğıt kalem aldım, oturdum. Ada'nın tenha yollarında gezerken canım sıkılırsa küçük değnekler yontmak için cebimde taşıdığım çakımı çıkardım. Kalemi yonttum. Yonttuktan sonra tuttum, öptüm. Yazmasam deli olacaktım."