Yarıyıl tatili fırsatından istifade birkaç günlüğüne memlekete gitme olanağı buldum. Yollar karlı buzlu olduğu için tatil bitiminde trenle dönmeyi tercih ettim. En son 2000 yılında Bursa-Malatya arası demiryolu seyahati yapmış ve otuz altı saat süren, yanlış okumadınız, tam otuz altı saat süren bir yolculukta canımızdan bezmiştik.
Bu kez nostalji olsun diye demiryolunu seçtim. Öncelikle şunu ifade edeyim ki on, on beş sene öncesine göre çağ atlamış durumdayız. Sürenin hayli bir kısalması, vagonlardaki konfor, hijyen ve hizmet hakikaten takdire şayan…
Takdir edersiniz ki biz köşe yazarları daha çok eleştirel yazılar yazar, sosyal ve siyasal konularda kendimizce eksik ve yanlış durumları dile getirerek çözüm önerilerimizi, kanaatlerimizi kamuoyuyla paylaşırız. Ancak malumdur ki olumsuz eleştiriler kadar yeri geldiğinde olumlu eleştiriler de yapılmalıdır. Yeter ki gerek geçmiş dönemlerde, gerek günümüzde kimi yazarlarca siyasilere kasideler sunma yarışına girilmesin; köşeler, köşe dönme, köşe olma mercilerine dönüşmesin.
Bu bağlamda Ulaştırma Bakanlığını bir kez daha takdir ediyorum. Zira ulaşımda gerçekten de son on, on beş yılda devasa yatırımlar yapıldı; üstelik sadece demiryolunda değil, kara ve hava ulaşımında da.
Bu kısa değerlendirmeden sonra yolculuğumuza tekrar dönelim. Seyahat ederken genellikle yanımda bir kitap bulundurur, yolculuk sırasında bazen kitap okur, bazen de çevreyi gözlemlerim. Bu kez de öyle oldu. Giderken Fadime Özkan`ı okumuştum, dönüş yolunda da Rasim Özdenören`in sayfaları arasında gezindim, bir yandan da gözlem yapmaya çalıştım.
“Tren gelir hoş gelir / Odaları boş gelir” şeklindeydi türkünün sözleri, ama maşallah bizimkisi tıklım tıklım. Demek ki hız ve hizmet birleşince vatandaş rağbet gösteriyor.
Altı saate yakın bir süre devam eden yolculuğumuzda trenimiz defalarca tünellere girip çıktı. Her defasında yirmi, otuz saniye, belki bir iki dakika süren bir karanlık oldu. Sonrasında hemen ufkumuz aydınlandı, yol almaya devam ettik, menzilimize doğru. “Tren gider, hoş gider / Tünel tümsek boş gider”
Bu durum nedense bana yakın tarihimizi anımsattı:
Değil mi ki 27 Mayıslar, 12 Martlar, 12 Eylüller, 28 Şubatlar ve ennihaye 15 Temmuz. Bütün bu yapay tünelleri geçti, geçirdi yurdum insanı. Nurlu, aydınlık yarınlara yürürken elbette ki birkaç tünele, birkaç tümseğe takılıp kalacak değildik. Ziya Paşa`nın dediği gibi rencide olsa da dide-i huffâş ziyadan, yarasalar gibi karanlık dehlizlerde hesap kitap yapanlara karşı tabii ki umutla, direnişle milletle yoldaş olup yol almaya devam edecektik.
Bediüzzaman`ın sıklıkla kullandığı şimendifer kavramını günümüze uyarlamak istiyorum: Bu millet şimendiferi, bu millet treni makinistiyle, kondüktörüyle, kompartıman görevlileriyle ve en önemlisi varlık sebepleri olan yolcuları ile birlikte nurlu yarınlara yol almaya devam edecektir; tünelleri, tümsekleri aşarak, karanlık odaklardaki yarasalara rağmen.
Yeter ki başta makinistimiz ve trendeki görevliler olmak üzere tüm yolcular, tüm vatandaşlar, aynı trende yol aldığımızın bilincinde olalım. Farklılıklarımızın Allah`ın takdiri olduğunu unutmayalım. Yaratanın tek tip yaratmadığı insanlığı, daha özelde yurdum insanını, yaratılanlar olarak bizler, tek tipleştirmeye çalışmayalım.
Evet, bir olalım, iri olalım, diri olalım. Fakat bu birlik, bazılarının yüzyıldır yanlış algıladığı gibi bizim “bir”imizden farklı olan diğer birleri manen yok etmek, tüm birleri tek tipleştirmek şeklinde olmamalıdır.
Kanaatimizce bizi iri yapacak, diri yapacak birlik Osmanlının yüzlerce yıl pratiğini yaşattığı “kesrette vahdet” tir. Amerikalıların iki asırdır bizden devşirip kullandıkları “e pluribus unum” sloganıdır.
Evet, çoklukta birlik… Türk, Kürt, Arap, Laz, Çerkez; çoklukta birlik… Hanefi, Şafii, Alevi, Caferi; çoklukta birlik… A,B,C partileri; çoklukta birlik… Nurcu, Süleymancı, Menzilci, Peygamber Sevdalıları, Anadolu Platformu, İHH, Altınoluk… Çoklukta birlik…