M.İkbal Atak

“Mesele dersane değil arkadaş, sen hala anlamadın mı?”

22.11.2013 09:23:00 / M.İkbal Atak

Dersanelerin kapanması ya da kapatılması uzun süredir gündemde. Son olarak basına sızdırılan bir taslak çalışması ile beraber Gülen grubu aylardır beklediği fırsatı ilgili taslak üzerinden yakalayarak mevzilendiği savunma siperinden büyük bir taarruz harekatına başladı.

Taarruz havasıyla beraber eğitim sistemi içerisinde teknik bir mesele olarak duran dersane mevzusunu kendi özgün mecrasında tartışmanın da imkanı artık kalmadı. Hükümetin dersane mevzusuna yaklaşım biçiminin eğitim sistemi içerisinde teknik/bilimsel ya da siyasi yaklaşım içerdiği hala tartışmalı olsa da Gülen grubunun savunma biçiminin dar grupçu taassubu da içeren bilimsellikten uzak, siyasi/ideolojik bir nitelik taşıdığı şüpheye yer bırakmamıştır.

Gülen grubuna ait medya organlarında dersaneleri savunmak adına başvurulan yöntemler, dersanelerin sadece “dersane” olmadığı, devletin güvenliğinden tutun da yüksek askeri/siyasi stratejilerin bire bir uygulandığı birer “Milli Güvenlik Kurumu” şubesi olarak işlev yürüttüğü izlenimi ortaya çıktı. Savunma adına kendi elleriyle dersaneciliğe yükledikleri anlam bu noktada toplumsal kuşkuyu daha fazla artırırken, güvenlik politikalarına endekslenen savunuculuğun bu yönüyle kimlere ya da hangi odaklara mesaj niteliği taşıdığı da ayrı bir kuşkuya kapı aralamıştır. Bariz bir çocuk/gençlik/aile istismarı, “Terörle Mücadelede” dersane faktörü gibi savunma argümanlarıyla beraber hükümetin eğilimini 28 Şubatçılık ve Ergenekonculukla eş tutan komplike saldırılar, bir Gezi repliği haline gelen Memoli`nin sözüne atfen “Mesele dersane değil arkadaş, sen hala anlamadın mı?” gerçeğini akıllara getiren ilk ihtimal olmaktadır.

Hala çarpık durumda olan eğitim sistemi içerisinde dersanecilik mantıklı gerekçelerle de savunulabilirdi. Yüzbinleri bulan öğretmen açığı, okul ve derslik sayısındaki yetersizlik, donanım eksiklikleri, müfredat, sınav sistemi vb argümanlar üzerinden dersanecilik rahatlıkla savunulabilecek durumdadır. Ancak dersane olgusunu kendi tartışma zemininden uzaklaştırarak siyasi bir hesaplaşmanın nesnesine çevirmek, ister istemez Gülen grubunca dersaneciliğin hükümetle aralarında uzun süredir yürüyen “Soğuk savaş”a alet edilmesi kanaatini pekiştirmektedir.

Bu durumda da dersane olgusu, grubun hükümete karşı psikolojik operasyona yeltenmek için arkasına gizlendiği en sağlam siper olarak seçildiği algısı kendini ele vermektedir.

Gülen grubu ile hükümet arasında uzun süredir soğuk rüzgarlar estiği sır değildir. Bunun temelinde hükümet kadroları ile grup arasındaki “görüş farklılıkları” olsa da, Ergenekon operasyonlarıyla beraber grubun icra ettiği fonksiyondan sonra güvenlik, istihbarat ve bürokrasi alanında hükümetin yetkilerine göz dikip paralel yönetim tesis etme girişimleri, ipleri koparan en etkili faktör oldu.

Derinden yürütülen bu mücadele, çeşitli vesilelerle gün yüzüne çıksa da Gülen grubu bir bütün olarak taarruza yeltenmek yerine daha çok Emniyet, istihbarat ve yargı içerisindeki “Akıncı Birliği” ile bu işi yürütmeyi tercih etti. Oslo görüşmelerinin basına sızdırılmasından sonra ucu bizzat Başbakan`a varacak şekilde MİT Müsteşarı`nın ifadeye çağrılması, belki de iki taraf arasında ilk kez iplerin kopmasını beraberinde getirdi. Ardından Emniyet, İstihbarat, yargı ve bürokrasi kademelerinde Gülen grubuna karşı sessiz bir tasfiye süreci başladı. Gülen grubu, iktidardan pay kapma girişimlerinin bu şekilde tasfiyelerle karşılık bulması karşısında topyekün bir taarruza yeltenemedi ve işi sadece “Akıncı Birliği”nin vur-kaç taktikleriyle idare etmeye çalıştı. Hatta grubun “hükümetle aramızda sorun yok” mesajlarına karşın “Akıncı Birliği” üzerinden yürüttüğü amansız mücadele bilinçli bir şekilde “dersanecilik” zeminine çekilmeye çalışıldı. Grup içinde “Akıncı Birliği” rolünü icra eden Emniyetçi/istihbaratçı ekip, aslında uzun zamandan beridir kokusunu aldıkları kimi rapor veya çalışmalar üzerinden hükümetle kapışmayı dersanecilik zeminine çekmek yönünde epeyce efor harcamaktaydı.

Siyasi iktidarın hükümranlık alanlarına göz dikip grup yararına güç devşirme girişimlerine karşı hükümetin uyguladığı tasfiye operasyonları grup nezdinde büyük bir tepki toplamasına rağmen verilecek tepkilerin toplumsal bir karşılığa tekabül etmeyeceğinin bilinmesi, Gülen grubunun tepkilerinin “Akıncı Birliği” ile sınırlı kalmasına sebep olmaktaydı. “Akıncı Birliği” hükümeti zora düşürerek grubun vesayet özlemlerine kapı aralamasını sağlamaya dönük neredeyse her alanda ilginç manevralar sergiledi. Hükümetin “reform” diye adlandırdığı tüm girişimler sabote edilmeye çalışıldı. Toplumsal olaylarda polis üzerinden tartışmalara kapı aralayacak uygulamalar arasında hep bu grubun sabotaj planları gündeme geldi. Çözüm süreci gibi hükümetin çokça önemsediği uygulamaları boşa çıkarıp kendilerine mecbur bırakma taktikleri özenle devreye sokuldu. Kürt illerinde PKK üzerinden sivil hedeflere yönelik saldırılara zemin hazırlanarak süreci bozacak toplumsal kaosun önü açılmaya çalışıldı ve hala da bu tür çabalar özenle sürdürülüyor.

Ancak grup cenahında yılların biriken tepkisinin dersanecilik üzerinden topyekün bir saldırıya dönüşmesi, dersanecilik üzerinden tepkinin toplumsallaştırılarak hükümete daha kolay boyun eğdirilebileceği mülahazalarına tekabül etmesindendir. Grup bu yolla daha önce yaşadığı tasfiyeleri de dersanecilik torbasına koyarak hükümetin gruba kapattığı “paralel tahakküm” yolunun tekrar açılması çabalarına dönüştürmektedir.

Kim ne derse desin Gülen grubu rakip gördüğü farklı yapılanmalara karşı yürüttüğü “istemezükçü” tutumunu artık siyasi iktidara karşı da uygulamaya koyarak her vesileyi kazan kaldırmak için bahaneye dönüştüren “Yeniçeri ordusuna” dönüşmüş bulunmaktadır. Bu bağlamda grubun dersanecilik anlayışı, dersaneleri birer yeniçeri yuvası durumuna getirmiştir. Bu yuvaların toplumsal başkaldırı merkezlerine dönüşmesi için modern Yeniçeri ağaları konumundaki eşhas, başkaldırıyı sonuç alıcı bir noktaya taşımak için elinden geleni yapmaktadır.   

 

Diğer Yazıları

Tüm Yazıları

Diğer Yazarlar

Tüm Yazarlar