TBMM Darbeleri Araştırma Komisyonu, üç ayrı kurum olan MİT, Jandarma ve Emniyet Genel Müdürlüğü istihbarat teşkilatlarından istediği ‘Hizbullah Raporu`ndan özet bazı bilgiler, bu hafta Hizbullah haberlerine susamış medyanın bazı yelpazelerini cuş-u huruşa getirdi.
Yansıyan özet bilgilere göre, dönemin PKK medyası ve baskın ortağı Aydınlık grubunun ezberlerine dayalı Hizbullah haberleri klişelerine uymayan üç farklı rapor, aslında bir yönüyle devlet içerisindeki istihbarat kurumlarının bile yaşanan medya yalanlarına karşı kafasının ne derecede karışık olduğunu göstermekteydi.
Yansıyan haberlere göre MİT, devlet kurumları içerisinde Hizbullah`a yardım etme konusunda kayıtlarında hiçbir bilgi veya bulguya rastlanmamıştır, derken; Jandarma`nın İran bağlantısında yılların verdiği tecrübeyle patinajda derinleşmiş olması oldukça manidardı.
Evet, Jandarma, iki “önemli” hususa dikkat çekmişti.
Bir tanesi, yılların hurafeciliğini elden bırakmamak adına Hizbullah`ın İran`la bağlantılı olduğu ve bağlantının hala sürdüğü noktasındaydı. Yıllarca Türkiye bütçesinin aslan payını midesine “Cuk!” diye oturtan bir kurumun istihbari bilgi olarak 1990`lı yıllardan kalma İran bağlantısı sanısında bu denli patinajda kalması, herhalde bunca imkana rağmen PKK`ye karşı bir üstünlük sağlayamamasındaki en önemli nedeni izah etmektedir.
Diğeri ise, siyasi parti kurulacağının belirtilmesi ve bu “bilgi”nin 2012`de devletin ilgili birimlerine bildirildiğinin belirtilmesi idi.
Yani Mustazaf-Der`in kapatılma sürecinde aleni açıklamalara dayanarak kamuoyuyla basın önünde paylaşılan düşünceler, Jandarma`nın çok özel istihbarat teknikleriyle sanki tespit edilmekle kalınmamış, bir de o çook önemli istihbari bilgi, devletin hassas birimleriyle de paylaşılmış. Kısacası Jandarmanın, kurulan partinin kurucularından yaptığı “İntihal”, kayıtlara istihbarat çalışması olarak geçmiş.
Darb-ı mesel haline gelmiş ekranların sözü tam da buna uymaz mı: “Vay anasını sayın seyirciler!”
Ee..? Hizbullah yine eski yerinde duruyor. Parti falan kurmadı. Jandarma`nın Hizbullah`la özdeşleştirdiği parti ise kuruldu. O halde… “Acı var mı acı..?”
Gelelim Emniyet`in raporuna! Ya da zurnanın ‘zırt` dediği noktaya!
Aslında her kurum, esiri olduğu “Gizli paralel yapılanmanın” ne derecede esiri olduğunu, bu tür vesilelerle raporlarına yansıtma fırsatı bul(dur)ur. Emniyet`inki de öyle.
Emniyet`in Hizbullah raporu, son Ergenekon sürecindeki tezviratlarla süslü, “paralel yapılanmanın” deniz aşırı ülkelerden bavul ticareti usulüyle servis ettiği anası-babası belirsiz asparagaslar üzerine kurulu bir rapordur.
Ciddiyeti elden bırakmaması gereken devletin stratejik bir kurumunun sahip olduğu ‘Hizbullah hafızasının` “Ahmo” denen itirafçı-gizli tanık bozuntusunun Orakgillerle beraber hazırlanan iddialarına gebe bırakılması, Hizbullah`ı bir tarafa bırakalım, bizzat devletin varsa manevi şahsiyetine en büyük hakarettir.
Hani Cemal Tutar, savunmasında, Hizbullah arşivini eline geçiren devletin Hizbullah`ı en iyi şekilde tanıması beklenirken, mahkeme heyetlerinin tarif ettiği Hizbullah profilini “Gulyabani”ye benzetiyordu ya. Demek ki Hizbullah`ın “Gulyabani”leştirilmesi, devletin ciddiyetini ayaklar altına almak pahasına derine yerleşen “paralel devlet” kurumlarının hala en ciddi rızık kapısı olmayı sürdürüyor.
Efendim, Hizbullah`ı “Ergenekon” yönlendirmiş olabilir, deniyor. Buna şahit olarak kendini hala “Cingöz” zanneden, ancak gizli tanıklığı bile beceremeyen bir itirafçının ifadelerine ek olarak bir de “Aynı kafileden el bombaları” hikayesine vurgu yapılıyor. Güya Şırnak`ta zannedersem 1992 yılında yapılan bir operasyonda ele geçirildiği söylenen bazı el bombaları, Ergenekon`daki el bombalarıyla “Kardeş” çıkmış. “Ergenekon`un bomba kardeşliği”ni çürütürüz de, Ergenekon`u rızık kapısı olarak görmeye devam eden Kergenekonlar acaba deniz aşırı ağababalarından kendilerini soyutlayabilecekler midir? Orası meçhul işte.
Şırnak`ta o yıllarda bir operasyon yapıldığı doğrudur. Bazı bombaların yakalandığı da doğrudur. O bombaların Ergenekon kardeşliği var mıdır bilemeyeceğim, ancak öyle olduğunu kabul edelim.
Devlete koruculuk yapan bir şahıs, tutanak karşılığı alıp operasyonlarda kullandığı bazı el bombaları ve silahını, yakın akrabası olduğu başka bir şahsın evine emanet bırakır. Ta ki yeni çıktığı operasyondan dönene kadar. O sırada o eve, Hizbullah operasyonu kapsamında baskın yapılır ve bahse konu el bombaları yakalanır. Şahsın ifadeleri doğrultusunda korucu ifadeye çağrılıp gerekli belgeler ibraz edildikten sonra da bomba ve silah, korucuya teslim edilir. Meselenin tüm detaylarına, belge ve tutanaklarla daha önce de gazetemizde yer verdiğimiz için meseleyi özetleyerek aktarmakla yetinelim. Ama Kergenekon, hala ısrarla Ergenekon`la bu mesele üzerinden bağlantı kurmaya çalışarak aslında devlet kurumlarını kendi özel çıkarları doğrultusunda kullanmaya devam etmektedir. Yani burada öne çıkan kardeşlik, aslında “Hizbullah-Ergenekon kardeşliği”nden ziyade, “Ergenekon ile Kergenekon`un Kardeşliği” olmaktadır.
Bir de raporda Hizbullah`ın askeri ve siyasi kanatları detaylıca işlenmiş. Siyasi kanadını anladık da, özünde silahlı bir hareket olmayan bir yapının askeri yapılanması nasıl oluyor? Doğrusu anlamak güç. Bir zamanlar, dayatılan imha konseptine karşı Hizbullah`ın kendini savunduğu doğrudur. Ancak ne teoriğinde ne de pratiğinde Hizbullah`ın silahlı mücadeleyi benimseyen bir hareket olduğu yönünde ne sözlü ne de yazılı hiçbir açıklaması bulunmamaktadır. Yasadışı, illegal falan filan diyebilirsiniz. Ama silahlı hareketlerin yöntemleri de faaliyet alanları da Hizbullah`ınkinden oldukça farklı değil midir?
EGM`nin “paralel devlet” yapılanmasına adanan Hizbullah raporunda bir de dönemin “bilançosu”na yer verilmiş!
Buna göre; Çatışmalar sürecinde Hizbullah`tan 200 kişi, PKK`den de 500 kişi ölmüş. Ayrıca Hizbullah`a Türkiye genelinde 3 bin 684 operasyon düzenlenmiş, 12 bin 591 kişi yakalanmış, bunlardan 5 bin 515`i tutuklanmış. Hizbullah tarafından gerçekleştirilen 696 öldürme, 434 yaralama, 25 bombalama, 49 kundaklama, 435 adam kaçırma, 22 tehdit, 62 darp, 59 molotof atma, gasp, silahlı saldırı olmak üzere toplam bin 392 eylem de aydınlatılmış.
Ne diyelim şimdi? Hizbullah şüphelilerine atfedilen öldürme olayları konusunda gerek devletin kirli unsurları, gerekse PKK unsurlarının ağız birliği etmişçesine yaptıkları açıklamalara bakılırsa, Türkiye`deki onbinlerce faili meçhul cinayetlerin tamamı Hizbullah`a mal edilmekte. Hem PKK hem de devletin kirli unsurları adeta barış melekleri muamelesine tabi tutulmakta. Nitekim aynı politikalarla yürütülen operasyonlar ve akabinde düzenlenen iddianamelerin her sayfasından adeta cesetler fışkırmaktaydı. Emniyet`in rakamları doğru ise, toplam öldürme olayları 696 iken, 17 bin olarak telaffuz edilen diğer faili meçhulleri kimler yedi. Bu tablo, Nasreddin Hoca`nın, “Hanım! Bu et ise kedi nerde; kedi ise et nerde?” komedisine dönüşmüyor mu?
Bunca rakam, bunca iddia, bunca yalan ve tüm bunların üzerine ikame edilen bunca mağduriyetler bir arada düşünüldüğünde mantıklı cevaplar vermek yerine aleni bir şekilde ağzını bozmak istiyor insan, ama…
Lise yıllarında hakikaten mübarek bir hocamız vardı. İsmini vermeyelim ama, hayattaysa kulakları çınlasın; vefat etmişse Allah rahmet eylesin. Sınıftaki haylazlığı asla kaldıramazdı. İlk başta nazikçe uyarır; “Evlatlarım… Yavrularım… Aslanlarım!” der… Peşinden mübarek ağzını bozmak pahasına; “Eşeklerim… Köpeklerim…!” deyip, dört ayaklıların enva-ı çeşidini sıralar dururdu.
Haklı mıydı? Bilmiyorum. Ama liselilerin haylazlığı da az değildi hani.
Şimdi kendilerini barış melekleriyle özdeşleştirip tüm danışıklı-kirli cinayetlerini Hizbullah`a mal etmeyi sürdürenlerin yaptıkları bunca haylazlık, liselilerin haylazlığını yüze hatta bine katlamış olmuyor mu?
Düşünün şimdi… Bu haylazlar o dönemde lise sıralarında aynı sınıfta olsalardı, mübarek hocamız kim bilir daha neler neler sıralardı. Haksız da sayılmazdı aslında.