Evet mi, Hayır mı?
Muhtemelen sizler bu yazıyı okurken bu sorunun cevabı netleşmiş olacak.
Bu tavrın belirlenmesi çok kolay olmadı elbet.
Önce tabanımızla lokal düzeyde de olsa istişareler yapıldı.
Ardından 3 Şubat'ta Batman'da Genel İdare Kurulumuz(GİK) toplandı.
Konu enine boyuna tartıldı, tartışıldı.
Anayasa değişikliğinin eksileri ve artıları mütalaa ve müzakere edilerek bir tavır belirlendi.
Bu tavır, HÜDA PAR'ın resmî tavrıdır.
Kendisini HÜDA PAR ailesi içinde gören herkes, bütün eleştiri ve rezervlerine rağmen bu tavrı sahiplenmelidir.
Bir yönetici olarak partimize; bu memleketin insanı olarak da memleketimize, milletimize ve İslam Âlemi`ne hayırlar getirmesini Cenab-ı Allah'tan niyaz ediyorum.
Bu mazlum coğrafyayı emperyalist emelleri doğrultusunda dizayn etmek isteyen güç odaklarının her türlü ayrılık ve farklılığı çatışma zeminine dönüştürmeye çalıştığı bir vasattayız.
Sadece bu değirmene su taşımama anlamında bile olsa çok keskin anlamda “Evet” ya da “Hayır” cephesi şeklinde bir bloklaşmaya gitmemek gerekir.
Hele hele bu siyasal tavrı, bir itikad veya hayat-memat meselesi görerek bunun üzerinden ötekileştirici ve ayrıştırıcı kampanyalar yürütmek, bu doğrultuda söylem ve eylem geliştirmek, bu memlekete iyilik yapmak değildir.
Yaşadığımız tecrübe, bu memlekette sivil irade ve inisiyatifin önünün açılmasının ne kadar gerekli olduğunu bizlere göstermiştir.
Sistemi kendi ideolojik yapısı üzerine inşa eden laik-Kemalist oligarşi, askerî vesayeti anayasal kurumlara dağıtmak sureti ile tekçi sistemi muhkem hale getirmek istemiştir.
Bunun için emir-komuta zinciri içinde yapılan her darbe sonrası "Darbe Anayasası" hazırlanarak millet adeta hizaya getirilmiştir.
1924, 1961 ve 1982 anayasaları darbeci asker ve sivillerin gözetiminde, halktan ve halkın değerlerinden kopuk kadrolara yaptırılmıştır.
Osmanlı darbecilerinin sadrazam, vezir, şeyhülislâm kellesi alma alışkanlığı, Cumhuriyet darbecilerince de aynen devam ettirilmiştir.
27 Mayıs 1960 darbesinde düzmece ve güdümlü bir mahkeme kurularak başbakan ve bakanlar asılmış; darbe sonrası binlerce general, subay ve astsubay tasfiye edilmiştir.
Askerî vesayet sisteminin egemenlik alanını daha da genişletme operasyonu, 1961 Anayasası`nda Millî Güvenlik Kurulu(MGK) ve Askerî Yargıtay`ın ihdası ile neticelenmiştir.
1982 Darbe Anayasası, asker egemenliğini o denli koyulaştırmıştır ki geniş kitlelerin kişilik hakları, inanç, örgütlenme ve kamusal alanda görünür olma özgürlüğü tamamen yok sayılmıştır.
Bununla da kalınmamış, askerî vesayet sistemi için yeni dokunulmazlık alanları ihdas edilmiştir.
Daha birkaç sene öncesine kadar da genelkurmay başkanını başbakanla yan yana oturtarak millete parmak sallayan Yüksek Askerî Şura (YAŞ), 61 darbe anayasasının ürünüdür.
YÖK, DGM ve Askerî Yüksek İdare Mahkemesi (AYİM) gibi anayasal kuruluşlar yine aynı gayeye matuf oluşturulmuştur.
1982 Anayasası'na 125. madde eklenerek “ Yüksek Askerî Şura kararları yargı denetimi dışında tutulur." ibaresi ile darbeci paşaların mutlak saltanatı tesis edilmiştir.
Cumhuriyeti kuran askerî kadrolar, Osmanlı'dan tevarüs ettikleri "Sivillere güvenilmez. Ülkenin esas sahibi askerlerdir. Ülke askerlerin ganimetidir. Her Harbiyeli geleceğin kudretli generali, cumhurbaşkanıdır." anlayışını olduğu gibi devam ettirmişlerdir.
Ülkeyi felakate götüren bu çarpık ve sakat anlayış, hem içte çok ciddi toplumsal sorunların zuhur etmesine hem de emperyalist devletlerin müdahalesine zemin hazırlayan açık alanların oluşmasına sebebiyet vermiştir.
Evet, elbette gönül isterdi ki bu askerî vesayet düzeni tamamen sona ersin ve hep beraber bu kamburdan kurtulalım.
Ama bu mümkün değilse bile şu fıkhî kaide doğrultusunda hareket etmek, en makul olan olsa gerek:
"Bir şey bütün bütün elde edilmezse bütün bütün terk edilmez."
Selam ve dua ile...