Her türlü acıdan veya olumsuzluktan İslâm`a veya Müslümanlara fatura çıkaran sinsi bir klik var.
Bir tür lobi bu.
Çok güçlü.
Bu iş için suret-i Hak`tan görünen şöhret kazandırılmış figürler temel aktör olarak kullanılıyor.
Hedef, her türlü bireysel ve toplumsal olay sonucunda bu algıyı oluşturma, yönetme ve böylelikle geniş kitleleri bu kanaate vardırma.
Yakın tarihten vereceğimiz şu iki örnek, konunun daha iyi anlaşılmasını sağlayacaktır:
Birincisi, Osmanlıdaki en batıcı grup olan ve İslâm`a karşı adı konulmamış bir savaş başlatan İttihatçı kadroların yaptıklarının İslâm`a mal edilmeye çalışılması.
Ermeni tehciri de dâhil olmak üzere bu masonik şebekenin icraatları İslâm`a mal edilmeye çalışıldı.
Kısmen de başarılı olundu.
Hem de tarihsel gerçeklikler göz göre göre çarpıtılarak.
O dönem Osmanlı`nın müttefiki olan Almanlardan ve bütün cephelere komuta eden Liman Von Sanders`ten ve tehcir kararındaki rolünden nedense kimse bahsetmez veya bahsetmek istemez.
Gayr-ı Müslim vatandaşlara karşı gerçekleştirilen 6-7 Eylül 1955 saldırılarını da bu kapsamda değerlendirmek mümkündür.
İslâm`ın ve hukuk sisteminin cari olmadığı bir yerde İslâm`ın suçlanmasının hiçbir karşılığının olmayacağını kimse düşünmüyor nasılsa.
İkincisi ise, Pkk`nin sistemin Kürt karşıtlığını İslâm aleyhtarlığına dönüştürme çabasıdır.
Bu çaba, salt örgütün kendi dinamikleri ile değil, kollektif bir aklın ve yerel-küresel medyanın desteği ile yürütülmektedir.
Bunda, sisteme muhalif İslâmi çizgiden gelip de sistemin potası içinde eriyen Müslüman muktedirlerin suçu elbette yadsınamaz.
Bu husus ayrı ve müstakil bir bağlamda ele alınıp üzerinde ciddi bir şekilde düşünülmeyi ve tartışılmayı hak etmektedir.
Ancak çukur, barikat, evlerin mahremiyet ve masuniyetlerinin ihlali ile devlet güçlerinin operasyonları arasında kalan halkın mağduriyetini İslâm`a fatura etmek, tam bir hokkabazlık ve fir`avun sihirbazlığıdır.
Sistemin kendi elleri ile besleyip büyüttüğü bir canavarın yaptıklarını Kürtlere fatura etmek ne kadar büyük bir yanlışsa, sistemin zulümlerini aziz ve muazzez İslâm`a fatura etmek de bir o kadar yanlıştır.
Her iki sinsice yaklaşım da kaynağı dışarda olan aynı lobinin haince yaklaşımlarından başka bir şey değildir.
7 Haziran öncesi Urfa`da milletvekili adayı olduğum dönemde seçim çalışmaları kapsamında Kobanili muhacirlerin kaldığı bir kampı ziyaret etmiş ve camiye de uğramıştım.
Cami hocasına “İşler nasıl?” diye sormuş ve “Gelen bir-iki kişi” cevabını almıştım.
Bunun sebebini sorunca da hocaefendi “Ji DEAŞ`é ye (DEAŞ`tan dolayı)” cevabını vermişti.
Aradan çok geçmeden kendilerini geri bıraktığı gerekçesiyle Kur`an-ı Azimüşşan`ı yırtan bir Kobanili Kürd`ün görüntüleri basına düştü.
Araplar ve Türkler üzerinde denenen ve sonuç alınan yöntemler, bu sefer Kürtler üzerinde denendi-deneniyor.
Medya destekli algı operasyonlarının etkisinin çok fazla olması, gerçekliği çok daha fazla tersyüz edebiliyor.
Kürtlerin varlığını bile kabul etmeyen Nusayri Esed rejimine tek bir söz dahi söylemeyen sinsi lobi, DEAŞ`ın yaptıkları üzerinden İslâm`ı suçlu, Müslümanları da potansiyel terörist olarak sunmuş ve maalesef halkın bir kısmını buna inandırabilmiş durumdadır.
Mecliste konuşulan birkaç Kürtçe kelime veya soru önergesinin tutanaklara “X” olarak geçmesini görüp okunan birkaç ayetin de aynı muameleye maruz bırakıldığını görmemek, kuşkusuz iyi niyetli bir yaklaşım değildir.
Sistemin ırkçı yapısının tabii sonucu olan Kürt karşıtlığını ön plana çıkarıp laikçi yapısının İslâm karşıtlığını görmezden gelmek, elbette gaflet veya cehaletle izah edilemez.
Şunu çok net olarak söyleyelim:
Dili yok saymakla dini yok saymak arasına fark koymuyoruz.
Dilin veya dinin yok sayılmasını ayrı ayrı alkışlayanları biribirinin tersinden destekçileri olarak görüyoruz.
HÜDA PAR olarak “Sistemin alternatifiyiz” derken de kastettiğimiz tam olarak budur.
Dili Allah`ın bir ayeti olarak görüyor ve “Hem dinimize hem de dilimize sahip çıkacağız” anlayışında olduğumuzu özellikle vurgulamaya çalışıyoruz.
Dilin yok sayılması karşısında alkış çalıp sistemin tekçi yapısına şirin görünmeyi de dinin yok sayılması karşısında “Demokrasi güçlerine(!)” yaranma şeklindeki pragmatik yaklaşımı da tasvip etmiyoruz.
Gelinen aşamada, doğru bilgiye sahip olmanın tek başına bir şey ifade etmediği, yanlış ve kirli enformasyonla da mücadele etme zaruretinin ortaya çıktığı görülüyor.
Erdemli, faziletli, hür ve adil bir toplumun inşa edilmesi için gayret gösteren herkesin bunu görmesi ve buna göre hareket etmesi gerekiyor.
Selam ve dua ile...