Önce gözlerimizi alıştırdılar. Gözlerimizden yüreğimize ve zihnimize giden yollar vardır. İç dünyamızın yegâne kapısıdır göz. O yoksa sıvanmış penceresiz oda gibi olursunuz.
Özene bezene yaratılmışlardır. Güzelliğini gözlerinden anlarız “güzellerin”. Hatta gözlerine yansır çoğu kez kişinin hırsları, ihtirasları; sevginin de nefretin de başladığı yerdir göz. Gözünden okuruz kişiyi, gözünden tanırız.
Dünyaya açılan tek penceremizdir; iç dünyamızı şekillendiren yegâne pencere. Oradan ne gördüğümüze bağlı olarak iç dünyamız şekil alır. Zamanla aldığı şekil kanıksanır ve kalıcı hal alır. Güzelliklere ve yeşilliklere bakıyorsa içiniz de güzelleşir. Yangınlar, çorak bayırlar, savaşlar, felaketler görüyorsanız iç dünyanız da kararır.
Bugün insanlığı ifsat edenler, insanı, insanlığa hizmete adanmışlardan daha fazla tanıyorlar. İyi çalışmışlar. “Gözünü”, kalbini, aklını, midesini ve hatta hayvani temayülünü iyi analiz etmişler. “İnsanı” ve insanlığı neresinden vuracağını iyi bellemişler.
O nedenle önce gözümüzden başlamışlar. Önce gözümüzü alıştırıyorlar ısrarla, inatla ve devşirdikleri tüm iletişim araçlarıyla. Sokağımıza, evimize, en mahremimize kadar sokularak… Gözümüzü bu yana çeviriyorsak onlar var, öte yana çeviriyorsak yine onlar var… Dünyaya gözümüzü yummak da bize yakışmazdı elbet.
Sonra? Sonra gözler kanıksar, hatta kanar. Birinci bariyer aşılmış ikinci bariyer olan aklımıza ulaşmışlardır. Akıl direnir ama gözün o kadar çok kaypaklığı olmuştur ki “insanlığa açılan” tek kanalına da meyletmiyor değildir. Aktif direnişten pasif itiraza döner zamanla akıl. Ancak bu hal pek sürdürülebilir değildir ve zaman zaman gözle ittifak eder. Bu ittifak kalıcı bir anlaşmaya döner peşi sıra.
Sıra kalbe gelmiştir; son bariyer... Kanmış göz ve akıl ona öyle tasallut eder ki içten içe akıttığı gözyaşları sel olur. Ancak ölmenin sırası kendisine gelmiştir. Son direnç noktasıdır; son kale. Gönlünü razı etmesi zordur insanın. Gönül kerhen kabul eder. Usulen susar. Göz ve aklı gözetir. Aslında kaderine razı olmuştur da diyebiliriz.
Gönül de razı olmuşsa artık o insan ölmüştür. O yüzden gözü yasaktan, yanlıştan, zulümden çirkinliklerden ve çirkefliklerden sakınmayı temel prensip edinmiştir inancımızın beslediği kadim medeniyetimiz. Biz biliriz istilanın gözden başladığını; aklın ve kalbin peşi sıra işgal edildiğini.
Bu nedenle ilk kalemiz olan gözümüzü alıştırmamalıyız zulme, çirkinliğe ve çirkefliğe. Çocuklarımızı, kadınlarımızı, yiğitlerimizi canlı canlı yakıyorlar gözlerimizin önünde aylardır ve bizi alıştırmak üzereler. Gözümüz asla alışmamalı. Alışmamak adına ne gerekiyorsa onu yapmalı. Hoplamalı, zıplamalı; “sağa” “sola” çarpmalı. Dayak yemeli, dayak atmalı… Kafamızı yardırmalı, kolumuzu kırdırtmalı… Bağırıp çağırmalı; kulaklarını tıkatıp sinirlerini tahrip etmeli. Ama asla alışmaya rıza göstermemeli.
Gözümüz alışırsa aklımızın ve kalbimizin alışması mukadder olur ve kaçınılmaz son olan “ölüm” canlı zannettiğimiz bedenimizde hayat bulur.