Mehmet Gülsever

“Bu Toprakları Daha Çok Sevdirmeliyiz” Türkçülük İle Türkiyelilik Arasındaki En Belirgin Renkti Alev Alatlı

05.02.2024 01:00:00 / Mehmet Gülsever

Kendisini ilk defa canlı yayında dinlediğimde “diğerlerinden biri” diye düşünmüştüm. Devlet bursuyla Avrupa’ya, Amerika’ya gidip okuyan; dönüp halkını, tarihini, inancını aşağılayan mankurtlardan zannettim. Önyargıma hizmet eden gözlerimin, zihnimi fena halde yanılttığını anladım onu dinledikçe, okudukça.

                Devletini seviyordu ama insanı önceliyordu. Milletini seviyordu ama Türkçülük yapmıyordu. Tarihinin merkezinde idi ama orada asla çakılı değildi. İslam’ı biliyor ve seviyordu ama prangalı değildi. Elbette hataları ve günahlarıyla o, bu manada hiçbir şey değildi ama olması gereken şeydi belki de.

                O, hiçbir Türkçünün sevemeyeceği kadar haklı ve doğru seviyordu bu toprakları. O, bu toprakları herkesten çok seviyordu çünkü. Balkanlar’dan bu topraklara, kendi deyişiyle hicret etmişti. Hicret edilesi olsun istiyordu bu toprakların.

                Seviyordu bu toprakları çünkü “Filistin benim canım ciğerimdir” diyecek kadar Filistinliydi. O, bu toprakları çok seviyordu çünkü Bağdat’a, Şam’a, Tahran’a, Kahire’ye, Medine’ye çıkan yolların peşinde iz sürüyordu; yollarının tortularını süpürüyordu.

                “Dünyayı kurtaracak İslam’dır” diyecek kadar Kâbe’ye ve vahye yakınlığı, aklını gözünde taşıyan ben gibilere hayatlarının dersini vermişti. Cesur, yüklü, aydın ve kaprissiz karizması, ezik Batıcı entellektüellerimizi ezip geçiyordu adeta. “Kendimi Batı’ya beğendirmek umurumda değil” diyerek özgüveni, “Roma hukukunun gözleri bağlı tanrıçası bize göre değil” diyerek Batılılaşmayı net bir dille ret eden cesareti kayda değerdir doğrusu.

                O bu toprakları sevme çabası ile sevdirme gayreti arasındaki zıtlığı gün ve gece kadar aşikâr kılmıştı. “Ne mutlu ki, insanların milliyetleri alınlarında yazmıyor”  diyerek, aslında toprakları sevmenin dağa bayıra kendi ırkının üstünlüğünü yazmak olmadığını, lisanı qal ile net anlatmıştı. İnsanın üstünde doğup büyüdüğü toprağı sevmesi fıtridir elbet. Bu ilahi kaderi üstünlük vesilesi kılmak ise ırkçılıktır. Esas meselesi bu toprakları dünya için bir çekim merkezi, bir hicret alanı, bir güven iklimi ve bir adalet dayanağı haline getirmekti. Aslında  “Bu toprakları sevdirin” derken o; bu toprakları Asya’ya, Afrika’ya, Doğu’ya hatta Batı’ya sevdirin demek istiyordu. Afrikalı kadar siyah, Doğulu kadar esmer güneşin battığı vakit kadar da sarıydı o bu rengiyle.  

Son vasiyetinde “İsterim ki, Kadir-i Mutlak Allah’a duyduğu güvenle nefsini emniyete alan, ondan başka kimseyle meşgul olmayı nafile sayıp, bu dünyanın da bir “ayet” olduğunu unutan müminlerden olmayın” diyerek, ırkçılığı önlemeye dönük “dil ve ırkın ayet oluşuyla” ilgili uğraşımızın çok ötesine geçerek, dünyayı kapsayan ufku, umarım ırkçı söylemlere bir nebze olsun ders olmuştur.

Ve yine umarım Filistin’e olan ilgisi ve sevgisi, bugün sessizliğe bürünmüş gafilleri uyandırmaya vesile olur.

Bu toprakları sevdirmenin şartları, zamanına göre değişir elbet. Bugün bu toprakları sevdirmenin yegane yolu Filistin’e her türlü imkan ile ve sonuna kadar samimiyetle sahip çıkmaktır. Aksi halde bu topraklar ırkçılığın girdabında çoraklaşır.

Diğer Yazıları

Tüm Yazıları

Diğer Yazarlar

Tüm Yazarlar