Şubat ayı denince akıllara şehitler gelir.
Şehitler, hizmetleriyle, mücadele ve gayretleriyle, canları ve kanlarıyla şubatın soğuk havasını ısıtmış, karanlıkları aydınlatmış, ölü kalpleri diriltmişlerdir. Arkalarında kalanlara ne mal ve makam, ne para ve pul, yalnızcadavalarını miras bırakıp Rahman`a yürümüşlerdir.
Şehitler; kanlarıyla ümmet ağacını her dönemde sulamış, safların netleşmesi, sıklaşması, nifak ve riyanın ayrışması için bir turnusol kâğıdı görevini görmüşlerdir.
Şehitler; ümmetin uyanması, dirilmesi, şahlanması için kanlarını yakıt yapmışlardır.
Şubat ayı şehitleri çağrıştırırken aynı zamanda zulüm ve ceberrutdönemi olan 28 Şubat sürecini de zihinlerimizde canlandırmaktadır.
Şehitlerin yanında o meş`um dönemin ürünü olan ve yarası hala kanamakta olan zindan ehli, yusufiler ve aileleri.
Zindan ehli, ömürleriyle, gençlikleriyle, sabır ve metanetleriyle şehitlere yoldaş olmuş, davalarına mirasçı olmuşlardır.
Âlim bir şehidin tanım ve kıyasıyla, “Şehidler ve zindandaki Yusufîler bir elmanın iki parçası gibidirler; aynı tadı, aynı kokuyu ve aynı rengi taşırlar.”
Şehitler ve zindan ehli birbirinden ayrı düşünülemezler, biri olmadan diğeri olmaz, bütün tamamlanmaz.
Bu azizler, yerine göre kalemleriyle ve dilleriyle, yerine göre camilerde Kur`an dersi verme ve Kur`an hadimliğiyle, yerine göre tebliğ ve irşatlarıyla, yerine göre farklı hizmetleriyle İslam`a hizmette bulunmuş, şehitlere yoldaşlık etmişlerdir.
İslami çalışma ve hizmetlerinden dolayı yirmi küsur yılı devirip otuz yıldır ülkenin zindanlarında olan kardeşlerimiz var, yusufilerimiz var. Bazen doğunun bazın batının, bazen güneyin zindanlarına sürüldüler. Ailelerinden, sevdiklerinden binlerce kilometre uzaklıkta dört duvar arasında acı olan sabır şerbetini yudum yudum içtiler.
Yusufilerin sabır ve metaneti, dram ve çileleri zaman zaman gündeme gelmekte, özgürlüklerine kavuşmaları için kamuoyu nezdinde bir baskı ve beklenti oluşmaktadır. Ama maalesef şu ana kadar somut bir adım atılmış değildir.
Şubat ayı olması hasebiyle Mazlum Der, Mustazaflar Cemiyeti ile birlikte bu konuya duyarlı olan STK`lar ülkenin dört bir tarafında her Çarşamba günü adliyeler önünde basın açıklamaları yapmakta, dikkatler bu kanayan yaraya çekilmek istenmektedir.
Geçen Çarşamba günü Bolu, Diyarbakır, Batman ve Sivas cezaevleri önünde onlarca STK`nın desteği ve Yusufilerin yakınlarıyla birlikte basın açıklamaları yapıldı.
Kimisi yirmi, kimisi 25, kimisi 27 yıldır içerde olan Yusufilerin her birinin kendine göre bir dramı ve hikâyesi var. Okulda okurken, işyerinde çalışırken, evlilik hazırlığı yaparken, çiçeği burnunda damat iken, baba olma heyecanı yaşarken gözaltına alınan ve haftalarca işkence altında kendine kabul ettirilen ifadeler, hazırlanan kumpas ve komplolar, tiyatro oyunu şeklinde devam eden yargılama süreci ve müebbetlik ceza vermeler…
DGM`ler kapatıldı, Özel Yetkili Mahkemeler kapatıldı, hâkimler ve savcılar değişti. Sağcı, solcu, hükümetler gelip geçti. Namaz kılan, ehli kıble başbakanlar ve Cumhurbaşkanı geldi. Ergenekon, Balyozcular dışarı çıkartıldı, milyonlarca liralık tazminatlar kazandılar. Mağdur olan Bylock`çularbir kararnameyle çıkartılarak görevlerine iade edildiler.
Ama ne hikmetse yirmi küsur yıldır içerde olan Müslüman tutsaklar içerde kalmaya devam ediyorlar. Üstelik kendilerine işkence eden polis şefleri, ceza veren hâkim ve savcılarla birlikte…
Bu ne yaman bir çelişki…
Zindandaki Müslümanların özgürlüğüne kavuşmaları tüm ümmetin özellikle Hükümet, Başbakan ve Cumhurbaşkanı`nın vebal ve sorumluluğundadır. Müslüman tutsaklar dışarı çıkmadıkça adaletin yerini bulmayacağıve 28 Şubat sürecinin bitmemiş sayılacağı bilinmelidir.