Bu yazıyı Kılıçdaroğlu’na ayırmak istiyorum müsaadenizle.
Yani insan bir konuşmada bu kadar çok “Geminin radarına” takılır mı?
Neyse…
CHP lideri Kılıçdaroğlu, açılımlarının içine bu kez fazla şaşırtmayan bir şey eklemiş. Yani biraz “Eski CHP” zihin dünyasına yakın bir tepki.
Bakın ne demiş:
"Alkollü içeceklere yapılan zamlar yıldırmadır, zulümdür. Devlet, bir hayat tarzını kuşatamaz, taciz edemez, rahatsız edemez. Devlet her hayat tarzını korur. 6 ay sonra vergileri yeniden düzenleyerek, çözeceğim önemli meselelerimizden biri de bu meseledir."
Daha önce birkaç kez bu memlekette “Alkolün ideolojik boyutu” üzerinde durmuş ve bunun bazıları tarafından Kemalist sistemin önemli ayaklarından biri olarak kabul edildiğini belirtmiştik.
Normalde alkol de sigara ve uyuşturucu gibi insanın düşünme fonksiyonlarını etkileyen, sağlığını ciddi biçimde tehdit eden zararlı bir bağımlılıktır. Alkolün bunun dışında da toplumda büyük tahribata neden olan aile içi şiddet gibi, trafik kazalarına ve dolayısıyla ölümlere sebep olma gibi büyük bir tehlikesi de vardır.
Evet sözünü ettiğim üç zararlı “bağımlılık” hakkında da din alimleri iyi şeyler söylemez. Sigara için farklı görüşler mevcut olsa da diğer iki için çok net biçimde “haramdır” denir ve bu konuda neredeyse görüş birliği vardır.
Ama meselenin “dini boyutuyla” ilgilenmiyor laik-seküler siyasetçiler ve takipçileri.
Alkol adı verilen zararlı bağımlılık için Kemalizm’den sıyrılıyor, liberalizmin çıtasını bile biraz daha yükseltip “yaşam tarzı” alanına giriyorlar.
Batıda da alkol bağımlılığına karşı kimi adımlar atılıyor ve birçok batı ülkesi bu konuda Türkiye’den daha sert önlemler almış durumda.
Alkollü araç kullanmanın cezaları Türkiye’ye göre daha yüksek, hangi saatten sonra satılamayacağı konusunda da katı uygulamalar var.
Bu arada aynen Türkiye’deki gibi “vergilerle fiyat yükseltme” yoluna gidiyorlar ve böylece tüketimi azaltmayı istiyorlar.
Avrupa’nın liberalleri bile atılan bu adımlar için “yaşam tarzına müdahale” gibi bir argüman geliştirmiyorlar.
Dedik ya bizde “alkolün ideolojik boyutu” vardır diye.
İşte Kılıçdaroğlu tam da seçim sürecine girilirken kendisinden uzaklaşmaya başlayan “Kemalist” oyların yönünü yeniden kendisine çevirmek için alkol hamlesini yapıyor.
Yani işin siyasi rant elde etme boyutunu da gözden kaçırmamak gerekir.
CHP İÇİNDEKİ ÜLKÜCÜLER
“Şunu net söyleyeyim, Sinan Ateş bizim de evladımızdır. CHP’de ülkücü arkadaşlarımız var. Sinan Ateş onların da evladı, kardeşi, yol arkadaşları. Haliyle CHP, rahmetlinin; net söylüyorum şehidin hakkını savunacaktır. Açık söylüyorum, CHP; kardeşimizin, şehidimizin hakkını savunacaktır. Bu benim CHP ülkücülerine karşı sorumluluğumdur.”
CHP içerisinde Kılıçdaroğlu’nun “ülkücü arkadaşları” varmış!
Herhalde ideolojilerin son zamanlardaki şekil değiştirmesinden ve birbirine yaklaşmasından haberim olmadığı için meselenin tam olarak farkına varamadım.
Şaşkınlığım ondandır.
Yani ben kendimi bir “CHP uzmanı” olarak görüyorum ya da görüyordum ve CHP’nin şunlardan oluşan bir ittifak olduğunu düşünüyordum: Kemalist sol, Kemalist, ulusalcı sol, aşırı sol, sosyal demokrat, liberal sol…
İlhan Kesici’den söz etmeyin şimdi! Bu tipler ya küreselci liberal solun dayattıkları ya da arada bir vitrini şenlendirmek için kullanılan argümanlardır.
O yüzden “CHP’deki ülkücü arkadaşlar” söylemine karşı şaşkınlığımı gizleyemiyorum.
Tamam ülkücülerin de farklı tonları vardır, farkındayım.
Dindar ülkücüler, dini önemseyen ülkücüler, dine mesafeli ülkücüler, İslam’a düşman olan ülkücüler…
Özellikle İslam’a düşman olan ülkücülerin kendilerini “Tengrici, Şamanist, Kemalist” olarak tanımladıklarına yer yer sosyal medyada rastlıyoruz. Ama bu tiplerin en önemli ideoloğu olan H. Nihal Atsız’ın keskin bir “Kürt, Yahudi ve komünist düşmanı” olduğunu eserlerinden ve yazılarından kolaylıkla anlayabilirsiniz.
Mesela Atsız, bir yazısında Nazım Hikmet için şunları yazmıştı: “Nâzım Hikmet gibi bir numaralı vatan haini de bağışlanarak tahliye edilmiş ve yurttan kaçarak Türklük aleyhindeki faaliyetine ölünceye kadar devam etmiştir.”
Ülkücüler içerisinde sol düşünceye müsamahalı olması beklenenlerin bile tutumu bu iken “CHP içindeki ülkücüler” derken kimi kast etmektedir Kılıçdaroğlu?
Kılıçdaroğlu söyleyeceğini söylediğine göre bu konuda ülkücülerden açıklama bekliyoruz.
ARI YUVASINA ÇOMAK
Kemal Kılıçdaroğlu, hükümeti eleştirirken partisi için de bir özeleştiri yapıyor:
“CHP olarak bize düşeni yaptık. Değişmeyi bildik ve başardık. Her değişim önce dışardan başlar. Şimdi CHP gerçek anlamda halkın partisidir. Biz böyle yaptık. Statükoyu bıraktık, özgürlüğü savunduk, değişimi savunduk, var olan geçmişteki olayları aklı başında analiz ettik.”
Kılıçdaroğlu, sağa, sola, liberallere, küreselcilere “mavi boncuk” dağıtırken kelimenin tam anlamıyla arı yuvasına da çomak sokuyor.
Nasıl mı?
Yukarıdakileri bir daha okuyun ve bana dönün.
“Değiştik” diyor Kılıçdaroğlu. “Statükoyu bıraktık, özgürlüğü savunduk” diyor. “CHP şimdi gerçek anlamda halkın partisidir” diyor.
Bu sözlerden ne anlamak gerekir?
CHP daha önce özgürlüklere karşı, statükocu ve halkın değil de elitlerin, “beyaz Türklerin” partisi idi.
“Eski CHP” ile ilgili söylediklerine -eksik de olsa- katılırım; ama şimdiki CHP’nin “tümüyle” değiştiğine inanmam!
Tabii mesele ben değilim.
Partiden kısmen tasfiye edilen Kemalistler, eğer yaşananları parti tabanına aktarabilseler ve Kılıçdaroğlu’nun “Partiyi Atatürk’ün partisi” olmaktan çıkardığını anlatabilseler ortalık karışır.
Kemalist tabanın partiyi terk etmesi CHP’nin üçüncü hatta dördüncü parti olmasına neden olabilir. Bunun işaretlerini alan liberaller, liberal partilere, solcular da sol partilere gidince…
Tüm hayaller suya düşer.
O yüzden,
Arı yuvasına çomak sokmadan önce ona göre giyinmek, çevre kontrolü yapmak son derece önemlidir.
“HERKES HADDİNİ BİLECEK”
Cumhurbaşkanı Erdoğan, “askeri malzeme üreten” bir tesiste konuşurken dinleyiciler arasındaki Genel Kurmay başkanı ve bir başka üst rütbeli tarafından alkışlanmış ve bu da Kemal Kılıçdaroğlu’nu rahatsız etmiş.
Şunları söylemiş.
“Yalanını küfrünü alkışlayan kurmay askerler. Askerin beni alkışlamasını asla istemem ama yalan söyleyeni alkışlıyorsa devletin çürüdüğünü orada gördüm. Komuta kademesi haddini bilsin. Siyaset askerin işi değildir, herkes haddini bilecek. Siyaset mi yapmak istiyorlar, çıkarsınlar o üniformayı.”
Bu açıklamayı görünce kendi kendime “nereden nereye” deyiverdim.
General rütbesi taşıyanların başbakana hakaret ettiği, üst rütbelilerin bakanları “kazığa oturtmaktan” söz ettiği, şartları anlasınlar diye yargı mensuplarının lojmanları yakınına bombaların atıldığı, askerin yargı mensuplarına brifing verdiği, demokrasiye “balans ayarı” çekildiğini söyleyen generallerin gazete sayfalarını süslediği dönemleri 40 yaş civarı herkes yaşadı.
Şimdilerde çok demokrat, çok liberal takılan Taha Akyol gibi birinin bile Genelkurmay başkanının “kamuflajıyla” bir askeri denizaltıda hükümete ayar çekmesini “Entelektüel bir paşanın sosyolojik tahlilleri” bağlamında değerlendirmesinin üzerinden daha 15 yıl bile geçmedi.
Ve şimdilerde, devrim sayılabilecek bir uygulamayla Genelkurmay’ın Savunma Bakanlığına bağlı olduğu bir dönemde, bir askeri üretim tesisinde “başkomutan” sıfatına sahip cumhurbaşkanı, askerler tarafından alkışlanıyor diye tepki gösteriyor muhalefet lideri.
Herkes haddini bilecek, diyor.
Vay be!
KEMENÇEDEN KEMANA
Ve son olarak Kılıçdaroğlu anlatımı ile bir Temel fıkrası…
Hem de bu fıkrayı bir Karadeniz gezisinde anlatıyor:
"Sizin çok güzel bir fıkranız var. Ben o fıkrayı anlatarak sözlerime son vermek istiyorum. Fıkranın patenti bana ait değil. Sayın Akif Hamzaçebi'ye ait. Ben ilk kez fıkrayı ondan duydum. Temel hırsızlık yapmaya kalkmış. Gece komşunun demirlerini demir testereyle kesiyor. İdris bekçi! Gelmiş Temel'i yakalamış. 'Ne yapıyorsun' demiş. 'Ben keman çalıyorum' demiş. 'İyi de 'bu kemanın sesi hiç çıkmıyor.' 'Bunun sesi yarın çıkacak' demiş. Şimdi sorunu çözmeye kalkıyorsunuz. Ama sesi farklı çıkarsa, ertesi gün bunun vebali çok ağır olur."
Karadeniz’in kemençesi nasıl kemana dönüştü ben bilemiyorum..