Cumhurbaşkanı Erdoğan, HDP’ye eleştiride bulunurken şu sözleri sarf etti: "Bunların adı Kürt, kendilerinin Kürtlük ile alakası yok. Bunların oyununa gelmeyeceğiz. Bunların hesabını inanıyorum ki benim Diyarbakırlı kardeşlerim soracak. Edirne Cezaevi'nde olan zatın Kürtlükle alakası var mı? Kürt değil. Şu anda bir tane eş başkanları var. Kürt mü? Değil, ama o da Kürt kardeşlerimi sömürüyor"
Eğer bu açıklamalar Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın görüşleri ise sığ ve basit görüşlerdir diyebiliriz; ama danışman ekibinin hazırladığı bir metni okumuşsa ortada bir facia var demektir.
Baştan itibaren bakalım:
“Bunların adı Kürt, kendilerinin Kürtlükle alakası yok”
Eğer HDP’yi kast ediyorsa ki, sonraki cümlelerde öyle anlaşılıyor adı nasıl Kürt oluyor?
Halkların Demokratik Partisi… Eğer ismin bir yerine Kürtlüğü gizlemişlerse bu herhalde “Halkların” kelimesinin içinde olur ki, onun içinde Türkler, Ermeniler, Araplar ve Süryaniler de var.
HDP’liler ısrarla “Bir Kürt partisi” olmadıklarını, hedeflerinin “Türkiye’nin demokratikleşmesi” olduğunu söylüyorlar.
“Edirne Cezaevi'nde olan zatın Kürtlükle alakası var mı? Kürt değil.”
Sanırım biri Erdoğan’ın kulağına “Demirtaş Zaza’dır” diye fısıldamış.
Zazaların bir kısmının kendini ayrı bir etnik grup olarak tanımladığı, bir kısmının da Kürt olduklarını söylediklerini biliyoruz. Bu tartışmaya girmeye niyetimiz yok. Kim kendini nasıl tanımlıyorsa öyle kabul ederiz.
Ama Erdoğan’ın söylediklerinde şöyle bir çelişki var.
“Demirtaş, kendini Kürt kabul ediyorsa Kürt’tür” desek ve kendisi buna itiraz etse o zaman biz de ona aslında Gürcü olduğunu ve bundan sonra bir daha “Ben Türk’üm” diyemeyeceğini hatırlatırız.
Neyse…
Erdoğan, HDP eşbaşkanlarının Kürt olmadığını söylüyor ki, bu doğrudur. Eşbaşkanlık yapan Figen Yüksekdağ da Ertuğrul Kürkçü de Sezai Temelli de Mithat Sancar da Kürt değil. Hatta sıkı durun Pervin Buldan bile Kürt değil. (Pervin Buldan için merak edenler araştırabilir, Arap bir babanın kızıdır.)
Kaldı ki, aslında HDP’nin Kürt ve Kürdistan diye bir sorunu da yoktur.
İnanmayanlar Nursel Aydoğan’ın Aralık 2015 tarihli konuşmasına bakabilir.
Konuşmanın haberleştirilmiş halini alıyorum:
“Her şeyin değişim halinde olduğunu savunan Aydoğan, 21. yüzyılda Ortadoğunun yeniden şekillendiğini ve ABD ve Rusya gibi tüm emperyalist güçlerin tüm hesaplarını yeniden şekillenmeye yönelik yaptığını belirtti.
Aydoğan sözlerine, "Ortadoğuda yeniden şekillenmeye, dört parçada yaşayan Kürtlerin büyük, birleşik, bağımsız bir devlet kurmasının önündeki tek engel sayın Öcalan'dır" diyerek devam etti..
Öcalan'ın Kürt sorununun çözümünün Türkiye'nin bütünlüğü içerisinde, Türkiye'nin sınırlarına dokunmadan, Misak-ı milli sınırları içerisinde çözmek istediğini öne süren Aydoğan, İmralı'da Çözüm sürecinde Öcalan ile Devlet ve HDP heyeti arasında geçen bütün görüşmelerin bu çerçevede gerçekleştiğini belirtti.
PKK'nin bu paradigmadan vazgeçmesi halinde ABD ve İngiltere'nin büyük Kürdistan’ı kuracağını sözlerine ekleyen Aydoğan, Buna engel olan gücün PKK lideri Öcalan olduğunu belirterek AKP'ye bunu iyi değerlendirmesini belirtti.” (https://www.nerinaazad1.com/tr/news/life/politics/hdpli-vekil-buyuk-kurdistanin-kurulmasinda-tek-engel-ocalan-ve-pkkdir)
Şimdi asıl meseleye gelelim.
HDP ve PKK Kürtleri sömürüyor, Kürt gençlerinin kanı üzerinden siyaset yapıyor, marjinal Türk solunu meclise taşıyarak ideolojik duruşunu sergiliyor…
Tamam, bunlar doğru da siz ne yapıyorsunuz?
Kendinizi, eski sözlerinizi, tarihi gerçekliği inkar ederek “Kürdistan diye bir yer yoktur” diyorsunuz.
Anayasanızda halen “Türkiye Cumhuriyetine vatandaşlık bağıyla bağlı olan herkes Türk’tür” maddesi var.
Şimdi kalkıp “Türk Milleti bir etnik tanım değil, Türkiye’de yaşayan herkesi kapsıyor” demeyin, artık komik bile değil.
Eğer Irak Kürdistan Bölgesel Hükümeti yarın bir karar alıp “Kürdistan Hükümeti sınırları içinde yaşayan herkes Kürt’tür ve okullarda yalnız Kürtçe eğitim verilir” dese ve siz buna hiç itiraz etmeden kabul etseniz ben de “Türk Milleti”nin etnik bir tanımlama olmadığını kabul ederim.
Bu kadar net.
YASAĞI KİM KALDIRMIŞ?
Hükümet tartışmalar sonrası başörtüsüne “Anayasal güvence” için hazırlık yaparken referandum da seçenekler arasında sayılmaya başlandı.
Tabii tartışmalar da devam ediyor.
Kemal Kılıçdaroğlu, “başörtüsü sorununu ben çözdüm” dedi ve şu ilginç açıklamayı yaptı:
“Üniversitelerde. Yusuf Ziya Özcan o dönem YÖK Başkanıydı. Ben de yeni genel başkan olmuştum. Üniversitelere kız öğrenci alınmıyor. Bunlar da hükümetti, sesleri bile çıkmıyordu. Yusuf Ziya Özcan’a dedim ki ‘Niye bu kız öğrencileri almıyorsunuz?’. ‘Siz karşısınız’ dedi. ‘Hayır, biz karşı değiliz’ dedim. ‘O zaman ben yarın sabah alıyorum’ dedi. Alın, niye almıyorsunuz. Alındı. Bunu Sayın Abdullah Gül de gayet yakından bilir bu telefon görüşmesini.”
Gerçekten öyle mi?
Yusuf Ziya Özcan’ın, 6’lı masanın ayaklarından biri olan GP’de siyaset yaptığı için “gerginlik oluşturacak” bir açıklama yapması beklenmiyor.
O yüzden biz de Kemal Kılıçdaroğlu üzerinden giderek süreci okumaya çalışalım:
6 Mayıs 2010 tarihinde bir video paylaşım sitesinde CHP Genel başkanı Deniz Baykal ve milletvekili Nesrin Baytok’a ait uygunsuz görüntüler servis edildi. Baykal, kısa süre sonra istifa etti.
İpler büyük oranda genel sekreter Önder Sav’ın eline geçti ve o da yönünü Kılıçdaroğlu’na çevirdi.
22 Mayıs 2010 tarihinde yapılan 33. Olağan CHP Kurultayı'nda Kemal Kılıçdaroğlu “genel başkan” seçildi.
2 yıl öncesine dönelim.
27 Şubat 2008’tarihli bir haber:
“CHP ve DSP'li milletvekillerinin yanı sıra Tunceli Bağımsız Milletvekili Kamer Genç'in de imzasının bulunduğu dava dilekçesi, CHP Genel Sekreteri Önder Sav ve Grup Başkanvekilleri Kemal Anadol, Kemal Kılıçdaroğlu ve Hakkı Süha Okay tarafından Anayasa Mahkemesi'ne verildi.
CHP Genel Sekreteri Önder Sav, “Türbanla ilgili Anayasa değişikliği konusunda yasama Meclisi'nin verdiği kararın hukuk dolanılarak, Anayasa'ya karşı hile yolu kullanılarak gerçekleştirilmiş bir tasarruf” olduğunu savundu.”
Kılıçdaroğlu’nun genel başkan seçildikten sonra görüşlerinin değiştiğini, demokratlaştığını, özgürlüklere ve yaşam tarzına saygı gösterdiğini düşünebilirsiniz, ama elimizdeki veriler farklı şeyler söylüyor.
Yusuf Ziya Özcan, 2007-2011 arası YÖK başkanlığı yaptı. Görev süresi 11 Aralık 2011’de bitti.
Yani Kemal Kılıçdaroğlu, eğer Yusuf Ziya Özcan’a gerçekten o sözleri söylemişse bunu Mayıs 2010 ile Aralık 2011 arasında söylemiş olmalıdır.
Yani Kılıçdaroğlu’nun CHP’deki “din düşmanlarının vesayetinden” kurtulması en nihayetinde 2011 yıllarıdır, öyle değil mi?
Ama o da ne?
2013’te önümüze “eski tas eski hamam” dedirten görüntüler düşmüş.
Edremit’in düşman işgalinden kurtuluşu yıldönümünde bir kanala çıkmış Kılıçdaroğlu ve televizyon sunucusunun aşağılayıcı ifadelerle “Ben türban demiyorum, çul diyorum” sözünü tasdik ederek “Evet, bir metrelik bez parçası” demiş.
Ve çok önemli bir ayrıntı daha…
12 Haziran 2011 tarihinde yapılan genel seçimlerde Kılıçdaroğlu genel başkan iken CHP’den milletvekili seçilen isimlerden biri de faşist “ikna odaları”nın mucidi olan Nur Serter idi.