Alevi Vakıfları Federasyonu Genel Başkanı Haydar Baki Doğan, 33. Uluslararası Hacı Bektaş Veli Anma Törenleri ve Kültür Sanat Etkinlikleri'ne katılarak konuşma yaptı.
"Cemevlerine saldırılardan dolayı birkaç kişinin tutuklanmış olması, gerçek faillerin yakalandığı ve bizlerin korunduğu anlamına gelmez. Uğradığımız her saldırının ardından göstermelik gönül almalar ve önceden hazırlanmış mizansenlerle yapılan cemevi ziyaretlerine artık kanmıyoruz.
Alevilere yönelik saldırı, linç, nefret söylemi ve ayrımcılık iklimini yürüten bizzat siyasi iktidarın ve devletin kendisidir. Alevileri hedef alan saldırılara karşı çözümün adresi birkaç piyon tutuklamak değildir.”
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun da katıldığı programda her zamanki gibi Erdoğan hedef alındı ve Doğan şunları söyledi: “Cemevlerini siyasal İslamcı politikalarına yakınlaştırmaya çalışanlara izin vermeyeceğiz.”
Alevilerin uzun süredir “Cemevlerinin ibadethane statüsüne alınması” yönündeki talepleri biliniyor.
Bunda “Alevi kültür ve inanç değerlerinin” korunması düşüncesi olduğu kadar “Ali’siz Alevilik” teorisiyle Müslüman olmadıklarını, Aleviliğin İslam öncesi bir din olduğunu söyleyenlerin öne çıkma çabaları da söz konusudur.
Özellikle Almanya’nın “Ali’siz Alevilik” hareketine ciddi finansman desteği sağladığı ve bu hareketi Aleviliğin temsilcisi kabul ederek “Din statüsünde” değerlendirmeye çalıştığı biliniyor.
Öte yandan çok az bir kısmı hariç Alevilerin büyük çoğunluğunun halen CHP’ye ciddi bir desteklerinin olduğu da bir gerçek.
Dersim katliamında, Şark Islahat Planlarında CHP’nin rolü ortada olmasına rağmen kimi Alevi-solcu araştırmacının önce Atatürk’ü, sonra İnönü’yü aklamaya çalıştıkları ve katliamı Celal Bayar ve Fevzi Çakmak’ın üstüne attıklarına dair çok sayıda çalışma yaptıklarına şahit olduk.
Cemevlerinde Hz. Ali’ye ait olduğunu iddia ettikleri resimlerin hemen yanına Atatürk resimleri koymalarını herhalde başka şekilde izah edemezlerdi.
Evet, Aleviler “Cemevlerine ibadethane statüsü” istiyor.
Ama unuttukları bir şey var.
Böyle bir şey için fiili anlamda “değiştirilmesi teklif dahi edilemez” olan Atatürk devrimlerini çiğnemeleri gerekecek.
Evet, konuyu biraz açayım.
30 Kasım 1925 tarih ve 677 sayılı kanunla tekke, zaviye ve türbelerin kapatılması kabul edilmiş ve birtakım unvanların kullanılması yasaklanmıştır.
Aynı gün Kastamonu’daki konuşmasında konuya değinen Mustafa Kemal, sözlerini Nutuk’a da almıştır:
“Birtakım şeyhlerin, dedelerin, seyidlerin, çelebilerin, babaların, dervişlerin arkasında sürüklenen ve falcılara, büyücülere, üfürükçülere, nüshacılara, talih ve hayatlarını emniyet eden insanlardan oluşan bir kitleye, uygar bir millet gözüyle bakılabilir mi? Milletimizin hakiki niteliğini yanlış anlamda gösterebilen ve yüzyıllarca göstermiş olan bu gibi unsurlar ve kurumlar, yeni Türkiye devletinde, Türkiye Cumhuriyeti’nde devam ettirilmeli miydi??” (Nutuk II, 15-20 Ekim 1927)
Nitekim “Tek adam” cumhuriyetinde her sözü kanun kabul edilen Mustafa Kemal’in bu sözleri de 677 diye numara verilerek kanunlaşmıştır.
“Kanun, bütün tarikatlarla birlikte, şeyhlik, dervişlik, müritlik, dedelik, seyitlik, çelebilik, babalık, emirlik, halifelik, falcılık, büyücülük, üfürükçülük, gaipten haber vermek ve murada kavuşturmak amacıyla muskacılık gibi, eylem, unvan ve sıfatların kullanılmasını, bunlara ait hizmetlerin yapılmasını ve bu unvanlarla ilgili elbise giyilmesini de yasaklamıştır.”
677 sayılı kanuna göre “cami ve mescit” dışındaki tekke, zaviye ve türbeler kapatıldı. Kemalist Sinan Meydan, 773 tekke ve 905 türbenin kapatıldığını söyler.
Aslında yazdıklarımızda anlaşılmayacak bir şey yok!
Atatürk devrimlerine göre “cami ve mescit” dışındaki yerler yasaktır ve buna “cemevi” de dahildir.
Hayır hayır, niyet okumuyorum! Atatürk’ün Kastamonu konuşmasını ve 677 sayılı kanunu bir daha okumanızı öneriyorum.
Şeyhlik, dervişlik ve müritlik ile beraber dedelik, babalık, çelebilik gibi unvanlar da yasak kapsamında sayılmış ki bunlar Alevilere hastır.
Alevilere yönelik yasakların ve asimilasyonun Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşuyla başladığını ve CHP’nin bunu başlatan ve yıllarca devam ettiren parti olduğunu çok net bir şekilde ifade eden Alevi yazarlar da vardır.
Alevi yazar Mehmet kabadayı, bakın Erdoğan ve hükümetin “cemevi politikasını” eleştirirken şu gerçeği de ifşa ediyor:
“1924 yılından başlayan tekçi-inkârcı ve asimilasyoncu politikalar günümüzde de her alanda hız kesmeden devam etmektedir. Nasıl mı? 03 Mart 1924 tarihinde 429 Sayılı Kanun’la Türkiye Cumhuriyeti Başbakanlığına bağlı bir kurum olarak kurulan DİB eliyle kurulduğu günden itibaren Alevi sürekleri üzerinde tahakküm kurulmaya devam ediliyor. 03 Mart 1924 tarihinde yürürlüğe konulan 442 sayılı Köy Kanun (madde 02) gerekçe gösterilerek Alevi köylerine cami yapıldı, günümüzde de cami yaptırılıyor. 30 Kasım 1925 tarihinde kabul edilip, 13 Aralık 1925 tarihinde yürürlüğe giren Tekke, Zaviye ve Türbelerin Seddine dair 677 Sayılı Kanunla Alevi-Bektaşi Dergâhları kapatıldı. Alevi-Bektaşi Yol önderlerinin Mürşidlik, Dedelik, Babalık ve Çelebilik gibi unvanları yasaklandı… Bu kanunla getirilen yasaklar günümüzde de halen devam ediyor!”
Fakat Mehmet Kabadayı’nın suçlamalarda bulunurken yanlış hedefi seçmesi halen meseleyi anlamadığını gösteriyor. Şunu diyor Kabadayı: “1924 yılından başlayarak “Türk-İslam Sentezci” politikalarla yani tekçi-inkârcı ve asimilasyoncu (Diyanetçi) devlet zihniyetiyle Alevilik kırılmak, Aleviler ise asimile edilmek istendi.”
Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan sonra ardı ardına gelen devrimlerle, İslami geleneğe savaş açtığı ve hedef olarak “Muasır medeniyet”i belirlediği ortada.
Atatürk’ün şu sözü meşhurdur:
“Türkiye cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, mensuplar memleketi olamaz. en doğru, en hakiki tarikat, medeniyet tarikatıdır.."
İşin aslı dini sembolleri, tarikatları yasaklayan Kemalizm, yeni bir din, yeni bir tarikat getirdi.
Tek parti dönemi basılan TDK sözlüğünde “din” kelimesi açıklanırken verilen örnek şuydu: “Kemalizm Türkün dinidir.”
Profesör Rüştü Kâzım Türker, birçok kişinin içinde olan şeyi dillendirmişti:
“Ülkem tarikat mensuplarına kaldı. Bakanlar Nakşibendi, yok bilmem hangi tarikattan. Benim tarikatımı sorarsanız şeyhim Mustafa Kemal, tarikatım Atatürkçülüktür.”
Hayır, bu sözler çok uçuk sözler değildir.
Daha önce Gülriz Sururi de “Son kutsal kitap Nutuk’tur” demişti.
Kemalizm’in mevlidinden ezanına kadar çok sayıda örneği girmiş arşivlere.
Kaldı ki 677 sayılı kanunla “Türbeler yasaklanmıştı” ama “Anıtkabir” adında görkemli bir türbe inşa edilmişti.
“Medeniyet tarikatı”ndan mülhem olsa gerek bu türbeye çaputlar bağlanmıyordu; ama resmi törenlerde “Esas duruş” denilen ritüel gerçekleştirilirken, cezbeye gelen kimi Kemalistler Anıtkabir’i karşılarına alıp secdeye kapanıyorlardı.
Hatta bunu kimi okullarda ne yaptığını bilmeyen çocuklara yaptıranlar da vardı.
O yüzden…
Mehmet Kabadayı’ya tavsiyem “değindiği” gerçeğin peşinden gidebilme cesareti gösterebilmesidir.
Ama gerçeğin sadece bir kısmına değinip bunun üzerinden kanaat oluşturmanın dürüst bir tarafı yoktur.
1924’ten itibaren tüm tarikatlar yasaklandı. 1925’te idam edilen Şeyh Said Efendi bir Nakşibendi şeyhi idi. Keza zehirlenerek öldürülen Şeyh Esad Erbili de öyleydi.
Evet, dergahlar da tekkeler de cemevleri de yasaklandı ve açık bırakılan camiler kullanılarak Tek Partinin ideolojisi dayatıldı.
Daha açıkçası…
Ortada Türk-İslam sentezciliği değil tekçi, Türkçü, kafatasçı, asimilasyoncu bir zihniyetin hakimiyeti vardı.
Hükümeti ve siyasi amaçla gerçekleştirilen hamleleri eleştirin, bu hakkınızdır; ama şunu da unutmayın, eğer Alevi kurumlarını, unvanları yasaklayan ve bu yasakları “değiştirilemez kanunlar” haline getiren zihniyetle, destek verdiğiniz CHP ile yüzleşmeyecekseniz davranışınız tutarlı ve dürüst olmayacaktır.