5 Temmuz 1993'te, Erzincan ilinin Kemaliye ilçesine bağlı Başbağlar köyünde silahlı kişiler tarafından 33 sivil öldürüldü ve köy ateşe verildi.
Sağ kurtulanlar saldırıyı yapanların önce PKK propagandasını yaptığını ardından “Madımak’ın intikamını aldıklarını” söylediklerini aktardılar.
Bu konuyu daha önce defalarca yazdık.
Kısaca hatırlayalım:
“Tam 33 kişi dini kimliklerinden dolayı vahşice katledilmişti.
214 ev, okul ve cami yakıldı Başbağlar`da.
Katliamın PKK ve diğer bazı sol örgütlerin ortak eylemi olduğu söylendi; ama sadece PKK`nin işin içinde olduğuna dair somut veriler çıktı ortaya.
PKK lideri Abdullah Öcalan, sorgusu esnasında; “Benim haberim yoktu; ama Başbağlar baskınını Doktor Baran kod adlı Müslüm Durgun`un yaptığını duydum” demişti.
Yalanlanmayan bir iddiaya göre Müslüm Durgun, 12 Mart 1994 günü Tunceli ilinin kuzey batısındaki Yılan Dağı bölgesinde “Öcalan`a muhalefet etmek, örgüt talimatlarına uymamak” gerekçesiyle PKK lideri Öcalan`ın emriyle “Hıdır Sarıkaya grubu” tarafından boğdurularak öldürüldü.
Yani PKK`nin çok yaygın olan örgüt içi infazlarından biri…
Müslüm Durgun`un “Derin PKK” ile “Derin devlet” arasındaki ilişkilerin kurbanı olduğu ve infazının yine o dönemde “intihar” ettiği söylenen Tunceli İl Jandarma Alay Komutanı Albay Kazım Çillioğlu`nun ölümüyle ilişkili olduğu da iddia edildi.
Ama dosyalar adım adım kapatıldı.
Başbağlar Katliamını yaklaşık yüz kişilik bir grup gerçekleştirmişti; ama sadece 20 kişi gözaltına alındı. Ve bu yirmi kişiden de sadece 17 yaşında birine ceza verildi.”
Şimdilerde bakmayın sağdan, soldan, merkezden ve “derinlerden” birilerinin “Başbağlar’a sahip çıkıyor” görüntüsüne. Yıllarca aynı mazlumiyeti yaşayan, Susa’da, Qubik’te katliamlarla yüreği yanan Müslümanlardan başka kimse dillendirmedi katliamı.
Davaya sahip çıkanlar, mazluma destek verenler yok denecek kadar azdı.
“Dava Erzincan DGM yerine İzmir DGM`ye gönderilmişti ve o zaman davaya bakan avukatların ifadesiyle “dava sürgün” edilmişti.
Mağdurlar çaresiz, kimsesiz ve fakirdi ve mahkeme salonlarında kıyafetlerinden dolayı aşağılandılar.
Yıllar böyle geçti.
Madımak`tan söz edenlere “Neden Başbağlar`ı görmüyorsunuz?” dediğimizde “Acıları yarıştırmanın gereği yok!” dediler; ama Başbağlar hep acılarıyla baş başa kaldı.
“Hile ve çarpıtmalarla” geçen Sivas Davası`nın sonunda; 33 sanığa ağırlaştırılmış müebbet, 4 sanığa 20 yıl, 1 sanığa 15 yıl, 9 sanığa ise 7.5 yıl hapis cezası verildi ve protesto için o meydana bile gelmemiş birçok kişi halen zindandadır.”
Tüm yaşananlara ve provokatif tavırlara rağmen, olayları kimin çıkarttığı, oteli gerçekten kimin ateşe verdiğine dair hiçbir bilgi olmadan insanlar cezalandırılmış olmasına rağmen Madımak’ta yaşananları tasvip etmeye, normal görmeye elbette imkan yoktur. Toplumsal öfke kontrol edilemez hale geldiğinde “kirli odakların” bundan faydalandığını ve toplumsal fay hatlarına zarar verdiklerini yakın siyasi tarih bize göstermiştir.
Sivas’ta son derece kirli bir tezgah ve o tezgaha alet olanlar vardır; göz yumanlar, bundan siyasi rant elde etmeye çalışanlar… Başbağlar’da ise mazlumiyet, masumiyet ve insanların inancından dolayı katliama uğratılması vardır.
O yüzden de şimdilerde insancıl takılıyor görüntüsü ile Başbağlar ve Madımak’ı beraber zikredenlere “dürüst değilsiniz!” diyoruz.
Madımak bir provokasyondu ve Aziz Nesin adındaki provokatör, İslami değerler ile alay ediyor, hakaret eden Selman Rüşdi’nin kitabını basacağını söylüyordu.
Sivas halkının tepkisi oraya gelenlere değil sadece Aziz Nesin’e ve ona izin veren şehrin valisine yönelikti.
Nitekim Merhum Erbakan, mecliste konu hakkında şunları söylüyordu:
“Sivas'tan gelen haberlerin açıkça gösterdiği gibi, olaylar, aslında, belli bir maksatla Sivas'a gitmiş olan bir ekibin, orada, halkın, milletin inancına karşı nezaketsiz sözler sarf etmesi, halkı tahrik etmesi yüzünden meydana gelmiştir. Bu kabil dinî tezyif ve tahkirler, esasen bütün ülkelerin ceza kanunlarında da cezayı müstelzim olaylardır. Bu sebepten dolayıdır ki, olayların meydana gelmesinde asıl saik ortadadır; büyük bir tahrik yapılmıştır.”
Aslen Sivaslı olan BBP lideri merhum Muhsin Yazıcıoğlu da şöyle demişti:
“Sayın Vali, bu etkinliklere elbette müsaade edecektir; demokrasinin gereği olarak her türlü kültür faaliyetine müsaade edilebilir; ancak, Pir Sultan Abdal gibi bir şairin, halka mal olmuş olan bir kişinin kültür şenliğine, "Pir Sultan Abdal'ı tanımıyorum" diyen bir zat hangi maksatla davet edilmiştir?.. Bundan daha evvel, gitmek istediği birçok ilde, tahrik unsuru olduğu gerekçesiyle o ile girişine müsaade edilmeyen Aziz Nesin'in, bu şehre gelişi ve buradaki konuşmaları bir noktada arı kovanına çomak sokmak anlamında bir davranış olmuştur.”
Protesto eden Sivas halkının sloganları aslında meseleyi net olarak ortaya koymaktadır:
“Sivas Aziz’e mezar olacak!”
“Vali istifa!.. Vali istifa!”
“Müslüman Türkiye!”
Sivas olaylarında 37 kişi ölmüş olmasına rağmen neden sadece 33 kişinin isminin zikredildiğinden, diğer dört kişinin kimler tarafından öldürüldüğü konusunun araştırılmadığından ve kimsenin bundan dolayı yargılanmadığından söz etmeye gerek yok sanırım.
Dönemin hükümetinde Başbakan yardımcısı Erdal İnönü ve İçişleri Bakanı DYP’den Mehmet Gazioğlu’dur. Sivas’a vali olarak ise SHP kontenjanından Ahmet Karabilgin atanmıştır.
Ortada provokasyon, tahrik, dini değerlere hakaret, görevi ihmal, hukuksuz bir yargılama süreci, intikam amacı taşıyan adaletsiz cezalar ve devasa mağduriyetler vardır.
Ama Başbağlar öyle değildir.
Kimseyi tahrik etmemişlerdir, kimsenin putlarına sövmemişlerdir.
Bir köy yerinde saldırıya uğramışlar, İslami hassasiyetlerinden dolayı İslam düşmanı güçler tarafından katliama uğratılmışlar, evleri yakılmış, hayvanları telef edilmiştir.
Katillerde Moğolların, Haçlıların, Sırpların, Siyonistlerin kini, öfkesi ve düşmanlığı vardır.
Katliamda öldürülenler içerisinde 13 yaşında çocuk da vardır, 74 yaşında dede de…
“Mehmet Taşdelen (74), Ali Taşdelen (27), Feridun Dikkaya (29), Mehmet Parto (69), İbrahim Parto (58), Salim Parto (38), Recep Parto (31), Süleyman Akpınar (66), Kamil Akpınar (39), Ali Kucur (49), Ali Rıza Türkücü (60), Şaban Türkücü (32), Ali Baltacı (65), Mehmet Baltacı (27), Ali Özdemir (37), Yahya Özdemir (24), Hüsnü Öztürk (71), İbrahim Çelik (63), Hüseyin Güner (59), Fehmi Aydınlı (43), Şakir Aydınlı (66), Aydın Aydın (61), Rıfat Aydın (34), Nurettin Aydın (48), İbrahim Baltacı (61), Nazife Baltacı (47), İbrahim Baltacı (13), Hasan Sandıkcı (58), Süleyman Orhan (67), Celal Demirci (35), Adil Torun (22), Ahmet Yıldırım (66), İbrahim Gülcan (59)”
Susa Camii avlusunda yaşanan katliamdaki sebep neyse Başbağlar’da da sebep aynıdır.
Şimdi tüm bu veriler elimizdeyken Başbağlar ve Madımak’ı bir tutmak insani değerler ile sorunlu olmak anlamına gelir.
Madımak’ı ortaya çıkaran süreci iyi tahlil etmek, ihmalleri ve kirli zihniyeti deşifre etmek, gerçek suçluları ortaya çıkarmak ve oluşması muhtemel provokasyonlar ile oluşması muhtemel katliam zeminlerine imkan tanımamak son derece önemlidir.
Ama Başbağlar’ın mazlumiyetini de katillerin kirli yüzünü de, Başbağlar’da “Madımak’ın intikamı” adına Madımak’tan habersiz insanların vahşice katledildiğini de unutmamak gerekir.