Sosyolojik olarak yaşam kalitesinden bahsederiz. Yaşam kalitesi derken standartları yüksek, organik beslenen, belirli periyodlarla alışveriş yapan dünyevi olarak düşündüğünü alabilen bir yaşam tarzı tasavvur edilir. Gerçekten kalite böyle düşünüp yaşamakta mıdır? Tartışılır.
Hepimiz çok iyi biliyoruz ki insanın varlığıyla birlikte yaşam şekli ve inanışlar farklılaşmıştır. Bu bağlamda herkes kaliteli hayata kendi penceresinden bakmıştır. Öne çıkan görüşe baktığımızda insan kendi zaruri ihtiyaçlarını giderebildi mi kaliteli yaşamış sayılır ya da bir etkinliğe katılıp biraz maddi destekte bulundu mu artık yaşamı üst düzey olur. Bu düşünceden yola çıkan insanoğlu artık aynı ekonomiye sahip insanlarla kendini özdeşleştirerek sınıfsal bir yapıyı zihninde inşa eder.
Aynı zihinsel şemaya aynı ekonomiye sahip insanlar da karşısındaki için bu şemayı çizer. Yani aynı projeyi çizenler kendi yaşam şekillerini eşdeğer görür, jestler ve mimikler bu yönde gelişir, böylece kavramsal bir dil gelişir, birbirini anlayanların bu sınıfsal yapısı anlam kazanır. Etkinlikler, davetler belirli insanlara göre öncelenir.
Bu anlayış sadece dünyevi düşünenlerde mi var?
Maalesef hayır. Bu konuda kardeşin kardeş üzerindeki haklarından bahsederken kaynak bırakmayıp sıralarız. Pratiğe gelince maalesef sınıfta kalırız. ‘`Niçin acaba?`` diyebiliriz. Konuyu uzun süre araştırmam sürecinde: Ekonomisi düşük insanların düğününe, etkinliğine gittiğimde düğün salonunun merdivenlerinden yukarıya doğru çıktığımda bir gürültü sesi ve içeri giriyorum. Üç beş kişi oynuyor bir kaç kişi izliyor hayırlı olsunlar ve el tutmalar isteksiz bir şekilde gerçekleşiyor. Fakat tanınan simalardan birinin çocuğu evlendi mi düğünler dışarıya taşır, halayda öne geçmeler, tanınan kişilerden biri de kalkıp oynadı mı koluna girmek için yarışılır. Bir coşku, bir heyecan! Düğünün sonuna kadar beklenir. Tebrikler esnasında bırakın el tutmaları sıkı sıkı sarılmalar gerçekleşir.
İnanıyorum ki bu cümleleri okuduğumuzda bir savunma mekânizması gerçekleştirmeye çalışırız. Fakat ne kadar haklı görünmeye çalışsak da gerekçe mi Efendimizin( s.a.v) hayatından örnekleyeceğim. Neydi örnek?
Rivayetlere göre: “Nebi (s.a.v.), Utbe b. Rabia, Ebû Cehil b. Hişam, Abbas b. Abdu`l-Muttalib, Ubeyy ve Umeyye b. Halef ile konuşuyor, onları Allah`a davet edip, onların Müslüman olmalarını umuyordu. Bu arada İbn Ümm-i Mektum Resulullah (s.a.v.)`a geldi. Âmâ olduğu için Resulullah (s.a.v.)`ın başkalarıyla meşgul olduğunu bilmiyordu. Birkaç defa: “Ey Allah`ın Resulü, Allah`ın sana öğrettiğinden bana da öğret” dedi. Bu isteğini tekrarlıyordu. Sözünü kestiği için Resulullah (s.a.v.) yüzünde hoşnutsuzluk alameti belirdi ve Resulullah (s.a.v.) kendi kendine şöyle dedi:
“Şu Kureyş`in ileri gelenleri şöyle derler: “Ona uyanlar ancak körlerdir, sefil kimselerdir ve kölelerdir.” Bundan dolayı Rasulullah (s.a.v.) yüzünü kırıştırdı ve İbn Ümm-i Mektum`a sırtını çevirip, kendileriyle konuştuğu kimselere yönünü çevirdi. Bunun üzerine Allah Teâla konuyla ilgili âyetleri indirdi. Bu olaydan sonra Resulullah (s.a.v.) ona ikram ederdi ve her gördüğünde şöyle derdi:
“Merhaba, kendisinden dolayı Rabbim`in beni azarladığı kimse!``
Selam ve dua ile...