İnsanlar tercihlerini yaparken her ne kadar mantık çerçevesinde değerlendirse de insanın mantığını aşan, insanın bütün planlarını altüst eden bir güç vardır. Bu gücün sahibi şüphesiz bizi yoktan var eden, her şeyimizi bilen bir güçtür. Bizim bütün epistemolojik yaklaşımlarımız, bütün eğitimimiz, bütün ilmimiz O’nun ilminin yanında bir deryanın damlası değildir.
Bütün ağaçlar kalem bütün denizler mürekkep olsa O’nun ilmini yazmakla bitiremez. Kaynağı ve hazinesi bitmeyen bir gücü tasavvur etmek ne Aristo ne de Bacon’un mantığıyla açıklanabilir. Klasik mantıkla ya da mantığın ilkeleriyle bir şeyler açıklamaya çalışmayı ilahi mantıkla özdeşleştirmek oldukça yanlıştır. Her şeyi doğru bir mantık üzerine kurduğumuzu hep düşünmüşüzdür bunu da gerekçelendirerek şöyle bir felsefe ortaya koymaya çalışmışızdır. “Biz de yanlış olmaz olursa da yanlışlıkla olur.”
Bu verilerden yola çıkarak bir çıkarımda bulunursak bizim mantığımızın psikolojimize yansıması “yaptığımız bütün tercihlerimiz mantıklıdır, bir hata olmuşsa da bizden kaynaklı olmamıştır.” Bunun sosyolojik tezahürü “benim oğlum yanlış yapmaz, baba sen benden bunu bekliyor musun?” Bütün kuğular beyazdır yerine bir siyah kuğuyu bulup örnekleyeceğimize sadece bütün kuğuların beyaz olduğunu koşulsuz kabul etmek bugünkü davranış boyutunu daha net izah etmektedir.
Bugünkü ebeveyn ve çocukların her durumda ya da her davranışta birbirini doğrulamaları sosyolojik bir felakettir. Sürekli doğrulanabilirlik ilkesinden hareketle her şeyi doğru yaptığını düşünen veli ve çocuklar aslında hayatlarının yanlışını yaptıklarının farkında değildirler. “Babam bugüne kadar aldığım her kararın arkasında durdu hiçbir zaman beni üzmedi, benim mutluluğum için ne gerekiyorsa onu yaptı.” Peki, eskiler böyle miydi?
Bir kaşığın nasıl tutulacağını, sofrada nasıl oturulacağını, suyun nasıl içileceğini tam nizamıyla yapmayana kadar bizi eğitirler, yanlışımızı düzeltene kadar bizi bırakmazlardı. Peki, bu insanlar bizim mutluluğumuzu istemiyorlar mıydı? Bir davranışı düzeltip doğru istikamete kanalize etmek mi yoksa yanlışı görmezden gelip bunu mutluluk olarak değerlendirmek mi?
Eski insanlar hem mücadeleci hem de müdahaleciydiler, nerde bir yanlış görse onu düzeltmek için uğraşırlardı. Tıpkı bir kuş uçana kadar ya da bir civciv büyüyene kadar nasıl sürekli kontrol altındaysa büyüklerimiz de bizleri hep kontrol altında tutmaktaydı. Bu insanların müşahede odası, sistematiği çok farklıydı. Deyim yerindeyse bizi cetvel gibi mum gibi yapmadan serbest bırakmazlardı. En samimi dostlar en samimi akrabalar bile doğruyu bulmak için çok sert tartışırlardı.
Şimdi ki yaklaşıma baktığımızda kız çocuk gecenin bilmem kaçında eve geliyor “gençtirler, tercih yaparken ben uzaklara gitmek istiyorum, sizden uzaklaşmak istiyorum, hava almak istiyorum. E tamam kızım babana dedim, bırak gitsin. Baban da dedi ki kızım gitsin, kızım sen benden ne istiyorsun, anneciğim.” Yanlışların hep doğrulanma psikolojisinin uzun vadede mutluluk değil mutsuzluktan başka bir şey getirmeyeceğini düşünenlerdenim.
Selam ve dua ile…