Sosyal yapıyı etkileyen birden fazla faktör vardır bunlardan biri de eğitimdir. Eğitim denilince öğretmen, öğrenci, veli akla gelir. Bu dişlinin sağlıklı işlemesi için ekonomi şart. Öğretmenin sağlıklı ders işlemesi için, öğrencinin defter kalem silgi alması için, velinin çocuğa ve eve bakması için ekonomi şart.
Benzinin doğalgazın elektriğin kiranın ekmeğin hesabını yaptığımızda bu ekonomiyle nasıl sağlıklı bireyler yetişecek konusu tartışılır. Aç bir organizmayı motive etmek, harekete geçirmek oldukça güç. Reeli düşünmeyip ezberci bir yaklaşımla sorunları çözmeye çalışmak sorunları çözmez daha da derinleştirir.
Bireylerin sağlıklı bir eğitim alması için ekonomik olarak az da olsa güçlü olunması gerekir. Ekonominin güçlü olması sadece maddiyatla olmaz. Maddi gücü olanların maneviyatlarını düşünerek infak etmeleri gerekiyor. Buna zekât, fitre, sadaka, burs da diyebiliriz.
Son zamanlarda yaşanılanlara bakarak malımızı mülkümüzü kısmamamız lazım aksine daha fazla fakir fukarayı gözetmemiz gerekir. Bu yaşanılan tablodan dersler çıkarıp ahiret yurduna yatırım yapmamız gerekir. Komşunun komşuya ihtiyaç duyma psikolojisi, ebeveynleri ziyaret etme, akraba ziyaretleri çok önemli. Hele ki annelerimizin turşusuna salçasına ihtiyaç duymamız muazzam bir uyarılış biçimidir.
İnsanların kimseye ihtiyacımız olmaz felsefesi ve şükürsüzlük anlayışı bizleri bu noktaya getirmiştir. Sosyal yapı bir bütünlük teşkil ettiği için bütün evrelerin fonksiyonel olması gerekir. Bu fonksiyonellik de bir maneviyatı gerektirir. Allah için çalışmalı, Allah için emek vermeli, Allah için harcamalıyız. Yani bir işte rıza-i ilahi yoksa orda bir samimiyet yoktur anlamına gelir. Ne olursa olsun toplumsal yapıyı, dokuyu bozmamak için ihlaslı olmak şarttır.
Paramız varken ülkenin her tarafını dolaşıyoruz ne ciğer ne kebaplar bırakıyoruz. Eskiden arkadaşlarımı sorarken neredesin kardeş diye. Arkadaşlarım ‘’Diyarbakır’dayım Mardin’deyim Trabzon’dayım Van’dayım ortak!” diye cevap verirlerdi. Şimdi ise ‘’ortak annemgildeyim babamgildeyim.’’ Hani kimseye ihtiyacımız yoktu. Nerden nereye…
Demek ki mutluluğumuz için bütün unuttuğumuz aksattığımız değerleri gözden geçirmeli, gereken tutum ve davranışları sergilemeliyiz. Sadece kendimizi düşünerek bir yere varamadığımız gibi, mutlu da olamayız. Bütün bencil ve egoist yaklaşımları bir kenara bırakarak toplumsal fayda için mücadele etmeliyiz. Gerekirse ‘burnumuzdan kıl aldırmayı’ bilmeliyiz.
Kıl aldırma denince aklıma bir örnek geldi. Geçen değerli bir büyüğümle konuşurken bu konuyla ilgili bir hikâye anlattı, gerçekten çok düşündürücüydü. Nedir hikâye? Adamın birinin başı çok fena ağrıyormuş. Adam Avrupa, Amerika’yı bırakmamış ülke ülke dolaşmış. Bir türlü başının ağrısına bir çare bulamamış, sürekli acıdan kıvranıyormuş. Bir türlü bu sorunu çözememiş. Bir gün bir berber arkadaşıyla hasbihâl ederken bu sorununu dile getirmiş. Berber olan arkadaşı koltuğa oturtmuş bir cımbızla burnundaki köklü kılı çekmiş adamın bayağı canı yansa da artık acısı macısı kalmamış, o günden sonra çok rahat etmiş. Düşünün o kadar Avrupa o kadar Amerika o kadar uzman. Ve Berber Ahmet.
Gerçekten bizler burnumuzdaki kılı aldırsak her şeyin çözüleceğine inanıyorum.
Selam ve dua ile…