Yıllar önce “dervişin fikri neyse zikri de odur” deniliyordu günümüzde ise fikir çok davranış yok deniliyor. Hatta toplumdaki bireyler değerlendirilirken fikirler yüzdelik olarak hesaplanır, karakter ve fikir oranlanır. Bu kadar oranda a partili bu kadar oranda b partili bu kadar oranda c partili gibi yorumlar yapılır. Yani fikir ve zikir çok farklı çıkabiliyor artık.
Anketlerin böylesi konularda geçerliliğini yitirdiğini söylemek mümkün.
Daha önceki bilgilerimizde bir insan namaz kılıyorsa onun dindarlığına şahit olabiliyorken günümüzde böylesi insanlara şahitlik etmekte zorlanıyoruz. Ön safta namaz kılsa da aklımıza şöyle çağrışımlar gelebiliyor “vay o namaz kılanların haline kıldıkları namazdan habersizdirler.” Paradigma değişti artık namaz bir borç olarak görülmekte namazın kötülükten alıkoyma yönü unutuldu.
Bu verilerden yola çıkıp eleştiri yapanlar “daha önce mücahitlerdi müteahhit oldular şimdi müsait” denilmeye başlandı. Bizi eleştirenler acımasızca eleştirebilirler fakat bizim de kendimizi gözden geçirip eleştirmemiz gerekmez mi? Bizim “ey iman edenler iman ediniz” uyarısını dikkate alıp kendimize çeki düzen vermemiz gerekmez mi? Yeniden Allaha, peygamberlere, imana ihtiyaç yok mudur?
Günlük yemeğimize, elbisemize, telefon şarjına dikkat ettiğimiz gibi imana, ihsana dikkat etmeliyiz. Artık oturduğumuz ortamlarda etkileyen değil etkilenen olduk. Ahiretten çok dünyasını düşünen olduk. Sahabe hayatını okuyup Salebe gibi yaşamaya başladık.
Kimdir Salebe? Hatırlayalım:
Medine halkından Salebe, cami kuşu denecek kadar sofu bir insandı. Ne var ki, bir ara nefsinin ve şeytanın verdiği telkine uyarak ne pahasına olursa olsun zengin olma hevesine kapıldı. Hatta hayırlı ise olsun bile demiyor, sadece zengin olmayı kafasına koymuş bulunuyordu.
Bu yüzden tam üç defa Efendimiz (sav) Hazretleri`ne müracaat ederek zengin olmak için dua istemişti. “Seni hak peygamber olarak gönderen Allah`a yemin ederim ki, beni zengin ederse fakirin hakkını fazlasıyla veririm” diyecek kadar da teminat vermişti.
Efendimiz (sav) Hazretleri ise “Şükrünü yaptığın az mal, şükrünü yapamadığın çok maldan hayırlıdır!” sözleriyle ikazda bulunmuşsa da, ısrarını sürdüren Salebe`nin istediği duayı nihayet yapmış: "Salebe`ye istediği malı ver ya Rab!" diye niyazda bulunmuştu.
O sıralarda koyun alan Salebe`nin sürüsü kısa zamanda öylesine çoğaldı ki, camiden çıkmayan Salebe, artık cumaya dahi gelemiyor, çölde sürüsünün peşinde sürüklenip gidiyordu.
Efendimiz (sav) artık camide görünmeyen Salebe`yi soruyor: “Çölde koyunlarının peşinde dolaşıyor.” denince de: “Yazık oldu Salebe`ye.” diye hayıflanıyordu.
Zekât ayetleri geldikten sonra Efendimiz (sav) servet sahiplerine zekât memurları gönderdi. Fakirlerin haklarını alıp hazineye getirecekler, oradan da muhtaçlara taksim edilecekti. Salebe`ye de zekât memuru gönderdi. Onu çölde sürüsünün peşinde bulan zekât memurları anlattılar.
"Malı çok olanların, kırkta birini yoksulun hakkı olarak ayırıp vermesi gerekiyor. Biz bunu alıp götürmek üzere geldik." Salebe, servet sahibi olduktan sonra değişmişti. Öyle her isteyene mal verecek kadar da ürkek biri değildi artık. Nitekim zekât memurlarına ağızlarının payını vermekten(!) çekinmedi: "Çölde aç susuz dolaşarak kazanan benim. Size ne oluyor ki gelip benden haraç istiyorsunuz? Bu sizin istediğiniz haraçtan başka bir şey değildir." diyerek Resulüllah (sav)`in gönderdiği zekât memurlarını eli boş çevirdi.
Salebe`nin zekât memurlarını reddini duyan Resulüllah (sav) Hazretleri:
"Yazık oldu Salebe`ye!" diye üzüntüsünü tekrarladı.
Selam ve dua ile…