Her ne kadar süreç denilince hemen akla çözüm gelmekte ise de maalesef çözümsüzlük de bir süreçtir. Hali hazırda ülke bir çözümsüzlük sürecine girmiş bulunmaktadır. Çözüm süreci başlatıldığında da hemen herkes bunun akıbetinin nasıl olacağından emin değildi. Sürecin sonunda çözüme ulaşma; ihtimallerden sadece biri idi.
Olaylara, gelişmelere, ferasetle bakmakla mükellef olan mümin, hayatın tamamına bir İMTİHAN SÜRECİ gözüyle bakar. İmtihanlar tabiatları gereği içinde zorluklar barındırırlar. Zorluğun şiddeti nispetinde elde edilecek mükâfat da büyük olur.
Aslolan baştan sona bir imtihan süreci olan hayatımızı maksimum kazanç ve minimum ziyanla bitirmektir. Olaya bu zaviyeden bakılınca imtihanın şiddetinin dozunun artması ve azalması müminde sarsıntıya neden olmaz. Asıl tehlike zorluklar karşısında sarsılmaktır, imtihandan kaçıştır. Canımız da dâhil bize verilen her türlü nimetin aslında EMANET olduğu her an geri alınabileceği şuurunu kaybetmek imtihanı kaybetmenin başlangıç noktasıdır.
“Krizi fırsata dönüştürmek” denilen bir tabir vardır. Ferasetli mümin, kriz gibi görünen en meşakkatli süreçleri fırsata dönüştürüp büyük kazançlar elde etmeye bakar.
İslam tarihine bakıldığında Müminlerin en büyük mükâfatlarının en şiddetli süreçlerinin sonuna tekabül ettiği görülür. Mesela Mekke`nin Fethi Ahzap savaşından yani İslam düşmanı bütün hiziplerin ittifakı ile İslam`ı yeryüzünden silmeyi amaçlayan bir savaştan sonradır. Osmanlı devletinin Kuruluşu ve yükselmesi haçlı seferlerinden, ama hezimeti lale devrinden sonradır.
Ülkemizde ve özellikle Kürdistan coğrafyasından imtihan sürecimiz giderek zorlaşmaktadır. Bu coğrafya daha önce de böyle nice zorluklardan geçti. Çatışmalı ve kritik dönem denilince genellikle akla bu günlerde hep 90`lar gelir ama yaşı müsait olanlar 30`lu, 40`lı ve 80`li yıllardaki süreçlerin 90`lardan kolay olmadığını bilirler. Ezanların yasaklandığı, Âlimlerin, Şeyhlerin İslami şahsiyetlerin sudan bahanelerle idam edildiği ya da zindanlarda çürütüldüğü süreçler hiç eksik olmadı. Tıpkı halen ömürlerinin baharını Yusufiyelerde geçiren ZİNDAN BAHADIRLARIMIZ gibi.
Özellikle silahların konuştuğu, çatışmaların yoğunlaştığı bazen toplu katliamların yaşandığı ortamlarda bizden istenen “nahnü Ensarullah”` deyip Hakkın tarafında yerimizi almak olduğu halde içimizden birileri tam bir şaşkınlık yaşarlar. Haklıdan yana olmanın meşakkatini göze alamadıklarından güçlüden yana olmanın arayışına girerler. Ancak güçlüyü tespit etmek sanıldığı kadar kolay değildir. Süreç içerisinde güç dengeleri değişir. Bazen zayıf taraf güçlü görünür sonra tekrar zayıflar. Bu “MÜZEBZEBİN” takımı kendince tehlikeyi bertaraf etmek için hep yuvarlak laflarla kendi tarafını meşkûk hale getirir. Mesela İslam düşmanlarının karşısında mertçe duramadığı için “ben dinime, mukaddesatıma, namusuma, ırzıma, canıma, malıma kasteden bu Marksist örgüte karşıyım” demek yerine yuvarlak bir ifade ile “zulüm nerden gelirse gelsin ben ona karşıyım” der. Tabi kimse “ben zalimim” diyemeyeceği için üstüne almaz, o da zaten kimseyi kastetmemiştir. Belki zalimden kastettiği çağlar öncesi yaşamış olan Nemrut ve Firavundur.
AK Partinin tek başına iktidar olduğu ve ulufe dağıttığı dönemde ona toz kondurmayanlar çatışmalar başlayınca “tarafsızlık” moduna girdiler. Hem halen AK Partiye taraf göründükleri ve hem de Hükumetin hukuk içinde hareket edeceğini düşündüklerinden kendilerini güvende hissedemedikleri PKK`ya karşı şirinlik yapmaya başladılar. Nasıl mı? Onların dilini kullanarak, mesela polis-askerin operasyonlarını “Savaş” olarak niteleyerek... PKK`nın siyasi kanadı biz savaş yaptırmayacağız dedikleri için onlar da biz de savaşa(!) karşıyız demeye başladılar.
İşte imtihanın sırrı buradadır. Kendince tehlikelerden korunmak kaygısı ile kendi eliyle kendini ateşe atmak böyle bir şeydir. Aklınca dünyasının cehenneme dönüşeceğinden korkanlar bilmezler mi ki, dünyanın kendisi gibi cenneti de yalan cehennemi de. Rabbim dünyamızın cehenneme dönüşmesi pahasına da olsa bizi asıl cehennemden korusun Firdevs cennetinde buluştursun. Amîn.