Her seçim döneminde en çok konuşulan konulardan biri hatta en başta geleni “YOLSUZLUK” kavramıdır. Son seçimde yolsuzluğun yanında “hırsızlık, kul hakkı, helal ve haram” gibi kavramlar da ilave edildi.
Kendimi bildim bileli sadece hükümetler değil mahalli idarelerde de yolsuzluk hırsızlık söylentileri bitmez. Ancak bunların çok az kısmı yargıya intikal ettirilir, yargıya intikal eden dosyaların çoğu zamanaşımına kurban gider, önemli bir kısmı malum nedenlerle BERAATLE sonuçlanır. Daha ziyade alt düzey makamlarda yargılanan bazı kurbanlar mahkûm olur, böylece de devletin yolsuzlukla mücadele ettiği suçluların cezalandırıldığı intibaı oluşturulur.
İşin aslı şudur: Demokrasi temelleri yolsuzluk, hırsızlık ve haram üzerine kurulu bir yönetim biçimidir. Yolsuzluk, bir bakıma demokrasinin olmazsa olmazıdır. En basit haliyle demokrasinin vaz geçilmezleri olan partilerin seçimlerde tanıtım kampanyaları ve reklam giderleri ciddi meblağları gerektirir. Bu paranın cüzi bir kısmı bütçeden karşılanır. Kalan kısmı adaylar ve mensubu olduğu yakın çevre tarafından karşılanır. Mesela bir aday, seçilmesi garanti olmadığı halde bir milletvekilliği dönemi boyunca alacağı maaşın birkaç misli harcama yapıyorsa bunu babasının hayrına yapmıyordur herhalde. Bu harcanan para birkaç misli ile kamudan çıkartılacaktır.
Demokrasilerde en kestirmeden zengin olma yol ve yöntemi, kamu kaynaklarını iç etmektir. Soyulan kasa, hiç kimsenin şahsi malı olmadığından mağdur ve müştekisi yoktur. Kasa kamu tüzelkişiliğine aittir ve soygunu yapan bu kasanın emanetçisi ya da bekçisidir. Kâğıt üzerinde kasanın güvenliği için her türlü önlem alınmıştır. Hesapların denetim ve teftişi rutin olarak yapılır. Ancak bu denetimlerden maksat çoğu zaman yolsuzluğu tespit değil, örtmektir. Yani yeni gelen yönetim ya da dışardan bakan biri hesapların denetlendiğini, herhangi bir usulsüzlük ve yolsuzluk olamadığının raporlara bağlandığını görürler. Hatta bazen büyük bir yolsuzluk yapıldığında hemen arkasından müfettişler görevlendirilir, müfettişler görevleri gereği gerekli denetimlerin yapıldığını her şeyin temiz ve şeffaf olduğunu rapora bağlarlar.
Bu yolsuzluklar, vurgunlar hiçbir sistem partisinin kaçınamayacağı doğal bir sonuçtur. Demokrasilerin, para ile iktidarı ele geçirip sonra parasını kat kat fazlasıyla çıkarma yöntemi bilindiğinden bazen yabancılar da devlet düzeyinde bir parti üzerinden seçimlerde para harcarlar. Parayla destekledikleri partiyi iktidara taşıdıktan sonra ülke yönetiminde ciddi anlamda söz sahibi olurlar. Bu nedenle mesela siyasi parti kanununun 66. Maddesine göre “Siyasi partiler, yabancı devletlerden, uluslararası kuruluşlardan, yabancı uyruklu kişiler ile yabancı ülkelerdeki dernek, grup ve kurumlardan herhangi bir surette ayni veya nakdi yardım ve bağış alamazlar” hükmünü amirdir. Ama maalesef bu düzenleme de diğer yasalar gibi kâğıt üzerinde kalmaktadır.
Siyasi parti mensupları ekseriyetle bu yolsuzluk ve hırsızlıklardan haberdardırlar. İktidarı ele geçirenlerin yolsuzluk yapmalarının kaçınılmazlığını tecrübeleri ile çok iyi bildiklerinden delil belge olsun/olmasın iktidardakileri hırsızlıkla suçlarlar. İktidar tarafı içine sinmediği halde kendisini sütten çıkmış ak kaşık olarak savunur. Ama baş-başa kalıp siz olsanız yemez misiniz? Denildiğinde cevap : “niye yemeyelim ki, bizden öncekiler yemedi mi?” derler. Kısaca muhalefette iken iktidarı yolsuzlukla suçlayıp iktidara gelince “deveyi havuduyla yutma” kısır döngüsü devam eder gider.
Demokrasilerde iktidara gelmek için harama bulaşmak izah ettiğimiz nedenlerle kaçınılmaz olunca dindarlar da bu kumpastan kurtulamamaktadırlar. İktidarda olmak dindarlar için zaruret kabul edildiğine göre: “zaruretler haramları mübah kılar” kaidesi devreye girer. İktidara gelip zorbaların zulmünden korunmak dindarlara rahat bir nefes aldırmak için “yolsuzluk” adeta zaruret-i diniyeden kabul edilir.
Dindarlar dahi kendini bu yolsuzluklardan koruyamıyorlarsa laik ve sekülerleri varın siz düşünün. Rabbim bizi ve partimizi muhafaza eylesin.