Merhum Ebu`l-Hasen En Nedvi`nin “Müslümanların Gerilemesi İle Dünya Neler Kaybetti?” isimli değerli kitabının birinci bölümün ilk kısmında şunlar yer almaktadır:
“Milattan sonraki altıncı ve yedinci yüzyıllar hiç kuşkusuz tarihin devirleri içinde en geri olanı idi. İnsanlık çağlardan beri zillet ve düşüklük içinde kıvranıp durmaktaydı. Yeryüzünde insanlığı düştüğü bu zilletten kurtaracak ve elinden tutacak hiçbir güç yoktu. Her geçen gün onların çöküşleri hızlanıyor ve zilletleri daha da artıyordu. Bu yüzyılda insanoğlu yaratıcısını, kendini, varacağı yeri unutmuş, sağduyusunu yitirmiş, iyi ile kötüyü güzel ile çirkini ayırma yeteneğini kaybetmişti. Aradan geçen uzun zaman dolayısı ile Peygamberlerin çağrısı cılızlaşmış, yaktıkları meş`ale kendilerinden sonra çıkan fırtınalar dolayısı ile sönmüş ya da ışığı o kadar zayıflamış ki evler, ülkeler bir tarafa kalpleri bile aydınlatamaz olmuştur. Din adamları koparılan fitnelerden ve sapıklıklardan dinlerini korumak ve canlarını kurtarmak amacı ile ya da rahatlık ve sakinlik arzusu ile hayatın yükümlülüklerinden ve çilelerinden kaçmak için veya din ile siyaset, ruh ile madde arasındaki mücadelede yenik düştüklerinden, siyaset sahnesinden çekilmişler ve mabetlere, kiliselere ve manastırlara sığınmışlardı. Bazı din adamları da hayatın akışına uyarak hükümdarlarla ve maddeye tapanlarla birlik olup, onlara günahlarında, zorbalıklarında ve insanların mallarını haksız yere yemelerinde yardımcı olmuşlardı...”
“Büyük dinler, boş işlerle uğraşan hileci madrabazların kurbanı, münafıkların ve günahkarların oyuncağı olmuş, ruhunu ve şeklini öylesine yitirmişti ki, bu dinlere inanan eski insanlar mezarlarından dirilip kalkacak olsalar onu asla tanıyamazlardı. Medeniyete, kültüre, iktidara ve siyasete beşiklik eden yerler artık birer anarşi, çözülme, kokuşma yerleri olmuş ve kötü düzenin ve idarecilerin zulümlerinin cereyan ettiği sahneler haline gelmişti. Halkın idaresini üstlenenler kendi işlerine bakar olmuşlar, dünyaya mesaj vermez, milletleri irşad etmez olmuşlardı. Ruhi açıdan iflas etmişler ve hayatlarının pınarları kurumuştu. Artık ellerinde ne vahye dayalı dinin duru kaynağı ve ne de insanlığı yönetecek değişmez bir sistem kalmıştı:`
“O devrin insanlığının durumuna bu hızlı bakış bizlere Hz. Muhammed`in gönderilmesinden kısa bir süre önceki insanlığın ve dinlerin durumu hakkında genel olarak bir fikir vermektedir.”
Günümüz İslâm dünyasının Hz. Muhammed`in gönderilmesinden kısa bir süre önceki insanlığın içine düşmüş olduğu durumdan bir farkı var mı?
Yeni bir Peygamber gelmeyeceğine göre, biz içine düştüğümüz bu durumdan nasıl kurtulacağız? İslam`ı iyi öğrenirsek bu durumdan kurtulabileceğimizi düşünebilirsiniz. Ancak Kitabımız, özellikle kitap ehlinin dinleri hakkında bilgisizliklerinden ya da dindeki kapalılık veya anlaşılmazlıktan dolayı görüş ayrılığına düşüp dağılmadıklarını, aksine, kendilerine dinlerin bilgisi verildikten sonra, peygamberlerin aracılığı ile ellerine apaçık deliller geçtikten sonra görüş ayrılığına düştüklerini ve dağıldıklarını ifade ediyor. “Kendilerine kitap verilenler, ancak kendilerine açık delil geldikten sonra ayrılığa düştüler.” (Beyyine suresi 4. Ayet)
İnsanlar böyle yolunu kaybettikleri zamanlarda yol gösterici olarak “ULEMA” arayışına girerler. Oysa vakayı yakından incelediğimizde belki de bu ayrılıkların ve dağınıklığın asıl sorumlusunun “ulema” olduğu görülecektir. Tarihte Yahudi ve Hristiyanların karşılıklı katliamlarını ve çatışmalarda ulemanın rolünü bir dahaki yazıya bırakalım. Bu gün ulema şiicilik ve sünnicilik yapmak suretiyle adeta iki farklı din arasında yapılan bir tartışmayı kanlı katliamlara dönüştürmekte ya da mevcut ateşin üzerine körükle gitmektedir.
Birbirlerine karşı böylesine acımasız ve cesaretli olan ulema maalesef devlet ve terör örgütleri karşısında aynı cesareti gösterememekte, aksine bunların acımasızlıklarından bahisle “hardal kadar imanla” bunların şerlerinden kurtulabileceklerine inanmakta çevrelerini de buna inandırmaktadırlar.
Ulema bu haldeyse çözüm nerede? Hastanelerin ve doktorların şifa yerine hastalık yaydıkları bir ortamda mı yaşıyoruz? Vak`a gerçekten bu kadar ümitsiz mi? Yoksa yanılıyor muyum? Umarım öyledir.