Dr. Bekir Tank

Anayasa tartışmaları veya denizi geçip necis derede boğulmak

29.09.2024 01:00:00 / Dr. Bekir Tank

Dün, dündür ve bugün, bugün!

Dün, “Yeter! Söz Milletin” idi ve bugün de “Yeter! Söz, darbecilerin!

Eminim ki, onlar da şaşırdılar ve hala şaşkınlıklarını atamamışlardır.

Çünkü onca horlanmalara, onca aşağılanmalara, onca hakaretlere, onca hak gasplarına ve bunlar da yetmezmiş gibi onca darbelere direnenlerin ve deyim yerindeyse, okyanuslar aşanların bir “höt” ile hizaya geçip selam duracaklarını beklemiyorlardı bendenize göre.

Bunun adı, Atatürk’ün ilkelerinin, diğer bir ifade ile Kemalizm dininin ihtiyaçlara cevap veriyor olduğu mu veya milletin iradesine talip olanların emanete ihanet etmeleri mi yoksa azgın azınlığın tıpkı Atatürk dönemindeki gibi astığım astık ve kestiğim kestik gibi güçlü olması mı, millet olarak üzerinde düşünüp tartışmayı farz kılıyor. Çünkü anayasa üzerine yapılan tartışmaların geldiği nokta, milletin iradesinin bir hiç olduğunu, bunu bir de halkın ağzıyla söylemek gerekirse, 5 para bile etmediğini gördük…

Millet, kendi iradesiyle seçip Meclisine gönderdiği vekillerinden emanete riayet etmesini ve iradesini idaresine yansıtmasını beklerken, başına, yüzüne ve ümitlerine geçen yüz yılın zulümlerinin kaynağı olan CHP’nin amentüsünü yiyor.

Atanmışın biri çıkıp, “Değiştirilmezlik ilkesi kurucu neslin gelecek kuşaklara nasihatidir, söylendiğinin aksine sonraki neslin iradesine ipotek koymak değildir, bu maddeten mümkün de olmaz. Değiştirilmezlik ilkesini vurgulamak mevcut neslin görevidir.”

Söylediklerinin yalan olduğunu kendisi de biliyor. Yani mevcut anayasanın kurucu iradenin eseri olmadığını, kurucu iradenin 1921 Anayasasında tecelli ettiğini, Cumhuriyetin kurulmasından sonra kurucu iradeye karşı darbe yapıldığını ve sonraki anayasaların da milletin iradesini hedef aldığını bilmeyecek kadar cahil değildir. Dediğim gibi, bile bile yalan söylüyor. Doğrusu, kendi adıma söyleyeyim, bunda şaşılacak bir durum görmüyorum. Çünkü azgın azınlığın ve onların yörüngesindeki siyasetin ve bürokrasinin yüz yıldır yapageldiğidir.

Beni hayal kırıklığına uğratan şey, 20 küsur yıllık iktidarlarını milletin iradesini idaresine hâkim kılma ve bunun için de her türlü vesayetten arınmış bir anayasa yapma sözüne borçlu olanların da kendilerine verilen emanete sahip çıkıp direnmek yerine, darbe anayasasına teslim bayrağını çekmeleridir. Nitekim birer birer dile geldiler ve verdikleri sözün hilafına, darbeci Kenan Evren’in anayasaya koyduğu maddelerle bir sorunlarının olmadığını ikrar etiler.

Hatta Numan Kurtulmuş bir adım daha ileri gitti ve “Meclisin kahir ekseriyeti ilk dört maddeyi tartışmayı uygun görmüyorsa, bunu ısrarla gündeme getirmek lüzumsuz bir zaman kaybıdır" diyebildi. Sanki oturduğu makam kendisinin bir zamanlar anayasayı değiştirmekteki ısrarı değilmiş gibi…

Görünen o ki, vesayet yumruğunu masaya vurmuş ve seçilmişler de Türkiye Yüzyılı adını verdikleri önümüzdeki 100 yılı da yine ırkçı, milletin iradesine, inancına ve değerlerine düşman öğeler içeren mevcut anayasa ile yönetmek kararlılığındadırlar.

Kim derdi ki, millete verdiğiniz vaatler nedeniyle Cumhuriyet tarihinin en büyük desteğini alıp defalarca iktidar olacaksınız ve milletin göğsünü siper etmesiyle onca darbeleri yeneceksiniz, yani atalarımızın deyimiyle denizi geçeceksiniz, ama üzerinizdeki makam, mevki, hırs ve sermaye gibi ağırlıklar nedeniyle önünüze çıkan necis dereyi geçemeyip boğulacaksınız.

Oysa Gazze’deki soykırım bile aklımızı başımıza almaya yetmeli değil miydi?

Bizimkisi, hala kendilerini Müslüman olarak tanımlayan ve aynı zamanda sorumluluk makamında olanlara, bizden daha iyi bildikleri gerçekleri, dolayısıyla yükümlülüklerini hatırlatmak ve her iki dünyada da izzet getirecek işleri yapmaya çağırmaktır.

İyisi mi, Kur’an’a yönelelim, iman ve inkar ayetlerini bir daha ve bir daha okuyalım…

 

Diğer Yazıları

Tüm Yazıları

Diğer Yazarlar

Tüm Yazarlar